Zamanın durdurulmaz akışının bir sonucu olarak bizim kuşak sonbaharına girdi gibi. Yavaş yavaş sararıp dalından düşen yaprak misali arkadaşlarımız hayattan birer birer düşüyor. Bu düşenlerin arasına maalesef Süleyman Talay da katıldı. Süleyman Talay, “kas hareketinin kontrolünden sorumlu sinir hücrelerinin hasarından kaynaklanan nadir
Öfkelilerin Öfkesi: “Yeraltı Edebiyatı”
Okuduğumuz bir kitap bazen hafızamızda kayıtlı yaşanmışlıkları anımsatıp anlatmamıza neden olabilir. Robert Darnton’un Eski Rejimde Yeraltı Edebiyatı(*) isimli kitabını elime alıp okumaya başlayınca illegal yayınlarla tanışmam geldi aklıma ve sayfaları çevirdikçe de zihnimde kendi yaşadıklarımla 1789 öncesi Fransa’sındaki yaşanmışlıklar çakışıp beni çok eskilere götürüp bu yazıyı yazmaya yöneltti. 1970’li yılların başlarında Ankara’da yüksekokul okurken yeraltı, yani illegal/gizli yayınlarla tanıştım. Bunlar, sol siyasi örgütlerin veya öğrenci gruplarının belli konularda yayınladıkları bildiri ve broşür benzeri yayınlardı. Okul ve işyerlerindeki mevcut sorunlarının giderilmesine, direniş ve grevlere veya bazı siyasi taleplerin duyurulmasına yönelik ya da sol devrimci siyasi oluşumların sıkıyönetim mahkemelerinde yaptıkları savunmalara, gözaltlarında
Pasolini’nin Filmi ve Diyarbakır 5 No’lu
Sevgili dostum ve Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nden koğuş arkadaşım Recep Maraşlı’nın Almanya’dan adıma imzalayıp gönderdiği Diyarbakır ya da Sodom’un 5 No’lu Zindandaki Bin Günü(*) kitabı teknoloji ve iletişimin bunca gelişmişliğine rağmen ancak 2 ay 5 günde elime ulaştı. Gecikme, kitabın özgül ağırlığından kaynaklanmış olabilir. Gönderilen kitap Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi hakkında. Bugüne kadar 5 No’lu ile ilgili birçok kitap ve yazı yazıldı, film ve belgesel yapıldı, şiirler yazılıp türküler yakıldı. Ama bunlar ne kadar çok yapılırsa yapılsın yine de bir şeyler hep eksik kaldı/ kalıyor… O günleri yaşayanlar yazmanın tarihsel bir görev olduğunun bilincinde eksiklikleri tamamlamaya gayret göstermelidir. Recep
Demokratik Tartışma Kültürüne Dair
Dünya kritik bir süreçten geçiyor. Dijital teknolojik gelişime hayatımızı, yaşam biçimimizi, düşüncelerimizi derinden etkiliyor. Ukrayna-Rusya savaşı siyasetten yeni bir “soğuk savaş”ı başlattı ve dünya genelinde demokrasi, insan hakları, çevrenin korunması raftan indirildi ve şimdi tüm devletler güvenlik ve savunma gerekçesiyle silahlanmaya başladı. Türkiye’de siyasi oluşumlar hak, hukuk, adalet ve demokratik normlara dönüş için bir arayış içinde. Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürtlerin hak arayışları ise devam ediyor. İran, Irak, Suriye’de çatışma ve huzursuzluk da hız kesmeden tırmanıyor. Böylesi kritik bir süreçte kardeşim Ali Haydar Üzülmez’le telefonda nasıl bir tutum ve yaklaşım içinde olmalıyız diye uzun bir sohbetimiz oldu. Bir gün sonra da
Ukrayna-Rusya Savaşından Çıkardığım Bir Sonuç
“Berlin Duvarı” yıkılıp “Soğuk Savaş” sonlanınca, ABD ve onun temsil ettiği liberal kapitalist sistem ve düşünce dünyaya egemen oldu. Bu egemenlikle aynı dönemde teknolojinin çok yönlü ve hızlı gelişmesi, enformasyonun yaygınlaşması, zamanın ve mesafenin ortadan kalkması sonucu küreselleşmenin önü olabildiğince açıldı. “Küreselleşmenin ardındaki yön verici düşünce, serbest piyasa kapitalizmidir –idareyi piyasa kuvvetlerine bıraktığınız, ekonominizi serbest ticarete ve rekabete açtığınız ölçüde, ekonominiz serpilecek ve etkin bir yapıya kavuşacaktır. Küreselleşme serbest piyasa kapitalizminin hemen her ülkeye yayılması demektir. Küreselleşmenin de kendine özgü ekonomik kuralları vardır –dışa açılma, devlet denetimini azaltma ve özelleştirme unsurları etrafında dönen kurallar” gibi. (Thomas Friedman, Küreselleşmenin Geleceği, Çev:
Sezai Karakoç ve Çayönü Kazıları
Sezai Karakoç, Erganili olup tanınan, bilinen bir şairimiz ve düşünce insanımızdır. Erganililer olarak kendisiyle her zaman övünüyoruz, ama O’nda düşünce olarak, kendi ulus ve dini inancının dışındaki tüm uluslara, tüm dini inanç ve düşünce sahiplerine ya da başka bir ifadeyle kendisinden olmayan herkese tam bir güvensizlik söz konusudur. O, düşünce ve geleceğinden, kendinden kuşku duymakta ve korkunç bir tedirginlik yaşanmaktadır. Bu tedirginliğin sonucu olarak tüm arkeolojik kazı ve çalışmalara karşıdır (ve Osmanlı hayranıdır). Örneğin, Çıkış Yolu adlı eserinde, bu korku ve özlemini feryat halinde haykırmaktadır: “Toprak ayağımızın altından kayıyor. Bundan haberiniz olsun, toprak ayağımızın altından kayıyor. Çünkü: bu toprağın bir
Brzezinski’nin Ölümünün Hatırlattıkları
Zbigniew Brzezinski 26 Mayıs 2017’de 89 yaşında öldü. Dünyamıza kargaşa ve savaş tohumları eken, İslamcı militanlığı dünyanın başına bela eden “mücahitlerin efendisi” bu zatın ölümü size bir şeyler hatırlatıyor mu? Hatırlamak için baştan başlayalım. Hiçbir şey birden olmaz ve her şeyin bir gelişim süreci vardır. Nasıl ki bir fidan bir günde yetişkin ağaç olmuyorsa, nasıl ki bir civciv bir günde büyümüyorsa toplumsal ve siyasal olayların da bir günde şıp diye olması mümkün değil. Her olayın bir öncesi, bir gelişim süreci vardır. Canlılar hücre hücre, toplumsal ve siyasal olaylar gün gün gelişir. Müslümanların çoğunluk olarak yaşadığı coğrafya bugün kan gölü; Müslüman
Sıradan Küçük İnsanlar…
Devir ve zaman değişince kişiler de değişmeye başladı. Düne kadar aramızda “sağlıklı” olarak görünen kimi “arkadaşlar”, ruh ve bedenlerini kimi bedeller karşılığında sattılar. Üzülüyorum, ama bunu çok da fazla yadırgamıyor ve hayretle karşılamıyorum. Çünkü bu, tarihte/ insan yaşamında hep böyle olmuştur. Böylesi basit, sıradan, küçük insanların ortak özellikleri olduğuna inanırım. Bu insanlar: Kendini çok önemser. Durgun bir ırmakta sanki zarafetle yüzen bir su yılanı doğallığında salınır. Hünerini göstermek için önüne çıkan her fırsatı değerlendirir. Uygun ortamı bulduğunda da hindi gibi kabarır. Kendi yaptıklarına kendi hayran kalır: Eşeğin kendi kulağını sevmesi gibi… Sürekli konuşur, çokbilmiş gibi davranır. Ama kendine ait bir
MUSTAFA SUPHİ, Karanlıktan Aydınlığa
“Bugünün dünden farklı olmasını istiyorsan, geçmişte olup bitenleri iyi bilmelisin.” -Spinoza Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye’nin en eski siyasi partilerinden biriydi. 10 Eylül 1920’de Bakü’de kuruldu. 7 Ekim 1987’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adı altında birleşme kararı alınca hukuksal varlığı sona erdi. TKP, nicel gücü olmasa da, nitel ağırlığı olan veya öyle olduğu düşünülen ya da rakip taraflarca böyle görülmesi istenilen bir partiydi. Acılı ve sancılı bir tarihi vardır. Acılı olanların en başta geleni TKP’nin kurucu başkanı Mustafa Suphi ve yönetici yoldaşlarının 28/29 Ocak 1921’de Karadeniz’in derin sularında öldürülmeleridir. Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti siyasi
Yanlış Hesap Davos’tan Döndü Gibi
1960’lı yıllarda Abdullah dedemin 50’ye yakın koyunu vardı. Bir yaz gecesi kurtlar hewş dediğimiz çitle çevrili alanda bulunan koyunlara saldırdı. Evin çoban köpeği korkusundan sesini çıkartmadığı gibi sıvışıp kaçtı. Kurtlar bir değil çok sayıda koyunu gırtlaklarından, nefes borularından ısırarak, sadece ihtiyacı olabilecek bir iki tanesini değil, doğaları gereği ihtiyaçlarından daha fazlasını, 6-7 tanesini parçalamışlardı. Farkına vardığımızda iş işten geçmişti; dedem koyunları parçalayan kurtlardan çok, köpeğin ses çıkarmama hainliğine kızmıştı o zaman. Kapitalizm eşitsizlikten beslenerek gelişir. Serbest piyasa dediğimiz şey, eşitsiz gelişimde kurtlar saldırısıdır. Çok uluslu şirketler ve onların taşeronları tıpkı aç kurt misali, kimsenin gözünün yaşına bakmadan, acımadan her şeye
Dönemin Marazi Belirtileri
“Hayatımı aydınlatan ve zaman içinde bana hayatı neşeyle karşılama cesareti veren ideallerim Hakikat, İyilik ve Güzellik’tir. Benzer düşünenlerin desteğinin yanı sıra, bilim ve sanatın asla ulaşılamayacak olan hedeflerine ulaşma gayreti olmadan hayat bomboş ve anlamsız olurdu. İnsanların mülkiyet, gösteriş ve lüks gibi sıradan hedeflerini her zaman aşağılık buldum.” “İncelikli fikirler ve soylu davranışları ancak büyük ve sağlam karakterler üretebilir. Para yalnızca bencilliğe hitap eder ve sahiplerini karşı konulmaz bir şekilde suiistimal etmeye kışkırtır.” “İnsan doğanın verdikleriyle yetinmesini bilmeli. Fakat bir de zamanın ruhu diye adlandırılan, belli bir neslin kafa yapısını, tavrını şekillendiren ve bir kişiden diğerine geçerek tüm toplumun ruh