Zamanın durdurulmaz akışının bir sonucu olarak bizim kuşak sonbaharına girdi gibi. Yavaş yavaş sararıp dalından düşen yaprak misali arkadaşlarımız hayattan birer birer düşüyor. Bu düşenlerin arasına maalesef Süleyman Talay da katıldı. Süleyman Talay, “kas hareketinin kontrolünden sorumlu sinir hücrelerinin hasarından kaynaklanan nadir
İnsan Neden Acı Çeker?
“İyi bir düzen olsaydı dünyada,Doğru tartılsaydı insan onuru,Dünya sevilen dünya olurdu.Erdemli insanlar kalmazdı bir köşede.” -Ömer Hayam İnsan neden acı çeker? Bence insan bedeninde, yüreğinde ve vicdanında acıyı hissettiğinde, acı çeker. Eğer bir insan sosyal, siyasal, ahlâkî, dinî değerlerini yitirmişse, dünya yansa onun umurunda olmaz! Cansız bir nesne nasıl bütün devinimlerden yoksun kalıyorsa, acı çekmeyen bir kimsede tüm duygulardan yoksun kalır. Çünkü duygularını yitirmiştir. O, her türlü dış etkiye karşı duyargalarını kapatmıştır veya duygularını öldürmüştür. Ne sevgilisini, ne eşini, ne çocuklarını, ne ailesini, ne insanları, ne hayvanları ve ne de ağaçları/çiçekleri, gülleri ve yurdunu sever. Bu tip insanlar; seven gençlerin
Ocaklar Sönmesin!
Eskiden yemeklerimiz kışın aralık’ta bulunan kara ocak’ta pişirilirdi. Köylerde ve bazı evlerde halen de pişirilmektedir. Yazın da, evimizin önünde kozik dediğimiz yığma taşlardan veya kerpiçten etrafı çevrili ocakta pişirilirdi. Ve en önemlisi, ekmeklerimiz ocak üzerinde sac’da pişirilirdi. En çok yediğimiz ekmek olduğundan, Anam, her daim bizlere ocakta ekşili sac ekmeği, fetir dediğimiz yufka ekmek ve fetir’in biraz daha kalıncası olan taplama ekmek pişirirdi. Biz sekiz çocuk, anam babam ve gelen giden de cabası. Anam, bol bol ekmek pişirmeyip de ne yapsın? Ekmek olmayınca, karnımız doymazdı ki… Ocak, aş ve ekmeğin dışında bulaşık, çamaşır, ısınma ve banyo için gerekli olan sıcak
Sürdürülebilir Kalkınma ve Yoksullukla Mücadele
Hz. Muhammed; “Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu” diyor. Neden acaba? Yoksulluk, ülkelerin en önemli toplumsal sorunlarından biridir. Çok haklı olarak, Konfüçyüs; “İyi yönetilen bir ülkede, fakirlik utanılacak bir şeydir. Kötü yönetilen bir toplumda, utanç verici olan zenginliktir” demektedir. Bugün, açlık genellikle yiyecek bulunmamasından değil, satın alma gücünün olmayışından kaynaklanmaktadır. Ve yoksul ve aç olanlar çoğu zaman sağ kalabilmek için, yakın çevrelerini mahveder; ormanları keser, hayvanları, meraları talan eder, toprağı aşırı kullanır, boğulma durumuna gelmiş kentlere akıp oraları daha kalabalıklaştırırlar. Bu değişikliklerin kümülatif etkisi öyle çok şeyi değiştirir ki, yoksulluğu başta gelen global tehlikelerden biri haline getirir. İnsanı insandan, insanlığı doğadan,
Sürdürülebilir Kalkınma ve Tüketim Kalıplarının Değişmesi
Tüketim, toplum hayatının ve bunun yanında ekonomik faaliyet alanının en kapsamlı ve en karmaşık yanlarından birini oluşturmaktadır. Einstein her ne kadar; ” Çağımızda bir önyargıyı ortadan kaldırmak, bir atomu parçalamaktan daha zordur ” diyorsa da, ekonomik ve sosyal ilerleme, gelişen teknoloji, artan nüfus, insanların ihtiyaçlarının çeşitlenmesi ve artması; moda-özenti, promosyon, taksitli satışlar ve reklam gibi etkenlerle oluşturulan yapay ihtiyaçların genişlemesi yerleşik tüketim kalıplarının yıkılmasını, kırılmasını ve değişmesini getirmektedir. Dahası bu gelişmeler, doğrudur diye bellemiş, benimsemiş olduğumuz bütün eski alışkanlıklarımızı, görüşlerimizi zorlamaktadır. Bu bağlamda; eski düşünce tarzları, eski öğretiler, eski yaşama biçimleri, eski tüketim alışkanlıkları geçmişte ne kadar etkili olursalar dahi
Sürdürülebilir Kalkınmada Yerel Yönetimlerin Rolü
Yerel yönetimler ile insan onurunun temelini oluşturan insan hakları arasında önemli bağlar bulunmaktadır. Farklı etnik, toplumsal ve ekonomik köken ve geleneklerden insanların her gün birlikte yaşadıkları, çeşitli ihtiyaç ve beklentileri farklı olan insanların karşılıklı yerel düzeydeki haklarını koruyacak ve geliştirecek olan yerel yönetimlerdir. Yani daha açık bir deyimle belediyelerdir. Kentleşme ekonomik kalkınmanın temel şartlarından biridir. Bu nedenle, kentleşme hiçbir zaman sakıncalı görülmemeli, ancak çarpık kentleşmenin büyük sosyal sorunlarla, ekonomik ve çevre sorunları yarattığını da unutmamalıyız. Doğru dürüst ve insanca bir yaşam sağlamaya yetecek temiz suyu, sağlık hizmetlerini, okulları ve ulaşımı sağlayacak güç, kaynaklar ve eğitilmiş personel temininde büyük zorluklar yaratmaktadır.
Sürdürülebilir Kalkınmada Kadın ve Gençlerin Rolü
Sürdürülebilir Kalkınma, günümüz insanlarının ve gelecek nesillerin, daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürdürmesi ve refah içinde yaşanması için; daha yeşil ve daha temiz bir dünyada yaşama hakları olduğu bilinci ile bugün varolanın aynen ya da iyileştirilerek geleceğe aktarılmasıdır diyebiliriz. Bu tanım kapsamında sürdürülebilir kalkınmada kadın ve gençliğin rolüne ve sonraki yazılarda da sürdürülebilir kalkınma ve yerel yönetimler, tüketim kalıplarının değişmesi, yoksullukla savaş gibi konulara kısaca değinmek istiyorum. Sürdürülebilir Kalkınmada Kadınlar Önümüzdeki yıllarda günlük yaşamda, iş hayatında ve politikada kadınların yönetimdeki etkinlikleri artacaktır. Bu gelişmeye paralel bizler de; *Kadınların toplumsal yaşama olduğu kadar politikaya da eşit düzeyde katılımını savunmalıyız. *Kadının
Çare ve Kurtuluş: Eğitim
Gerçekler yalın olduğunda, cahilde görür dahi olan da… Ama kim, nasıl görür? Newton yer çekim kuvvetini, Arşimet ise suyun kaldırma kuvvetini bularak dünya çapında birer dahi olduklarını gösterdiler. Bir düşünelim; Newton’dan önce, acaba dünyada kaç kişinin başına elma (armutta olabilir!) düştü ve Arşimet hamam tasıyla yıkanmadan önce, kaç bin kişi hamamlarda hamamtaslarıyla aklandı, paklandı. Ama Newton hariç, kafalarına elma veya armut düşen binlerce kişiden hiç biri yer çekim kuvvetini bulamadı. Arşimet hariç, hamamlarda yıkananlardan hiç biri yıkanırken, hamamın havuzunda hamamtasını yüzer görünce; suyun kaldırma kuvveti için, “buldum!.. buldum!..” diye, hamamdan çırılçıplak fırlayıp, sokaklarda bağırmadı. Bunun nedeni, kafalarına elma düşen veya
MİLİTARİZME HAYIR*
Bu tehlikeli gelişme durdurulmalıdır M.FIRAT/Diyarbakır Yurt savunmasını kasalarıyla eş tutanlar, Ağustos sonundaki “Zafer Haftası”nı bahane ederek “savunma sanayi” için gizli-açık girişimlerine birden bire hız verdiler. 12 Eylül diktatörlük rejiminin meyvelerini toplamaya hazırlanıyorlar. İstanbul Sanayi Odası (İSO) bu hazırlıkların başını çekiyor. İSO Dergisi, 15 Ağustos 1985 tarihli sayısını tümüyle bu konuya ayırdı. Dergiye kısaca bir göz atıldığında, niyetin ne olduğu kolayca anlaşılıyor. Derginin sorumlu genel yayın müdürü Turcan Özbek, “Yurt Savunması Denilince” başlıklı yazısında, “bizler sanayi kesiminin sözcüleri olarak, … milli savunma sanayi ile birinci derecede meşgul olmak durumundayız” diyerek konuya giriyor. Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk, dergiye yaptığı özel açıklamasında şöyle