Arkadaşım edebiyat öğretmeni Ali Ekber Pekşen’den harika bir yazı aldım. Kendisi İstanbul Kadıköy’de bir dönem müfettişlik, emeklilik sonrasında ise özel bir dershanenin Türkiye koordinatörlüğünü yapan Hocamın “Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli” başlıklı yazısını eğitimde müfredat ve yeni derslerin eklenip, çıkarılmasının tartışıldığı bu günlerde
Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı
Mezopotamya, tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı; sürekli kanın aktığı, zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmadı, devam ediyor hâlâ. Tanım olarak Mezopotamya iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitabı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar, Selçuklu Türkleri, Tatarlar, Moğollar, Osmanlılar, Ruslar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar bu cennet toprakları istila etmeyi kendilerine iş edindiler. Yakma, yıkma ve kan dökmekle kalmayıp tüm
Dil, “Zihnin Aynası”dan Çok Daha Fazlasıdır
“Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” –Antti Jalava Baskın Oran hoca bir röportajında; “dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu” tespitinde bulunur (https://www.demokrathaber.org/ 26.03. 2018). Eğer “Kürt azınlık bilincini diri” tutan etmenlerin başında Kürt Dili üzerindeki yasak geliyorsa, o zaman dilin ne kadar çok önemli olduğu da kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Çünkü: Dil, doğuştan gelen bir haktır, insan yaşamında hayati bir fonksiyona sahiptir ve iletişimdeki en temel araçlardan biridir. İnsan evladının hayatta kalma mücadelesinde kullandığı
Bir Tatlı Yanılgı: “Görünüyorum O Halde Varım”
“Var olma” halleri ile ilgili kitaplar ilgimi çekiyor. Bir süre önce teolog ve işletme uzmanı Philip Roscoe’nin kaleme aldığı “Harcıyorum Öyleyse Varım” kitabını okumuş ve kitap ile ilgili kaleme aldığım yazımda bir şiirimle birlikte “var olma” hali ile ilgili düşüncemi paylaşmıştım.(*) Tayfun Atay’ın Can Yayınları arasında yayımlanan “Görünüyorum O Halde Varım/ ‘Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan” kitabına dair basında tanıtımlar çıkınca dikkatimi çekti, temin edip okumaya başladım. Sizlerin de okumanızı öneririm, önemli bir çalışma. Her şey çok hızlı gelişiyor, içe kapalı geleneksel yaşam biçimleri hayal oldu. 1960’lara kadar Türkiye’de nüfusunun yaklaşık %30’u kasaba ve kentlerde, geriye kalan %70 köylerde yaşardı.
Kahvehanelere Resmi Olmayan Bir Bakışla Bakmak
14-29 Mayıs 2013 tarihleri arasında Diyarbakır, Ergani ve Çermik’te bulundum. Bu süre zarfında kahvehanelerin çokluğuna bir kez daha yeniden tanık oldum ve zaman zaman bu konuda yapılan şikâyetleri dinledim. İstanbul’a dönünce de bu konuda ufak çaplı bir araştırma yaptım. Kahvehaneler bana yabancı mekânlar değil aslında. 1960 ve 1970’li yıllarda babam Cuma Üzülmez ve amcam Yahya Üzülmez Ergani’de, dayım Niyazı Değirmenci Çermik’te, dayım Veyis Değirmenci Ankara’da, kirvem Palas Musto Ergani’de kahvehane çalıştırırlardı. Değişik dönemlerde kendim de Ergani ve İstanbul’da bazen garson ve bazen de ocakta çay demleyen olarak çalıştım. Çayın demlenmesi, demlenen çayın kırılması, çayların bardaklara doldurulması, çayların servise hazırlaması ve
Biyoekonomik Gelişmeler ve Değerlerimizin Zor Sınavı
Yeni bir döneme girdik. Her dönem bir öncekine göre farklılıklar taşısa da, bu dönem çok daha farklılıklar taşıyor. Ulaşım araçları mesafeyi; ticaret, para ve bilgi sınırları kaldırdı. Bilimsel teknolojik gelişmelerse toplumsal ilerlemenin önündeki engelleri yıktı. Dijital cihazlar sayesinde zaman aralığı hemen hemen sıfırlandı. Ülkeler arasında para, bilgi, mal, ürün ve hizmet akışı hızlandı ve çeşitlendi. Bilgi devrimi gerçek etkisini çok açıktan hissettirmeye başladı: Bilgi paradan daha hızlı hareket eder oldu. Akıllara durgunluk veren gelişmeler yaşıyoruz şimdi. Bilim ve teknolojideki gelişmeler kendimizi, değerlerimizi, sahip olduğumuz kavramları ve kurumları yeniden sorgulamaya, dahası kaçınılmaz bir değişime zorluyor. Geleceği bioteknolojinin belirleyeceği söyleniyor. Avrupa Birliği
Çüngüş’teki Kilise Kurtarılamaz mı?
4 Kasım 2010 tarihinde Çüngüş’e (Diyarbakır) gittim. Çarşıda, çay kenarında, tarihi köprü civarında ve kilisenin bulunduğu tepede gezindim. Bol bol fotoğraf çektim. Gezi sırasında gördüğüm kilise harabesi içimi burktu. Üzüldüm. Bir kutsal mekân, bir tarihi yapı bu durumda olmamalıydı. Yakışmıyor. Hele kilisenin içinde bir eşeğin bağlı bulunması, hiç hoş değildi. Kültürümüzde cami, kilise ve havralar kutsal mekândır, tanrının evleridir. Böyle olmamalı. Günahtır. Bu ayıptan bir an önce kurtulmalıyız. Diyarbakır İl Özel İdaresi, Çüngüş Kaymakamlığı, Çüngüş Belediyesi, Çüngüş’ün ileri gelenleri ve esnaf kuruluşları bu tarihi yapıyı restore edip bir kültür merkezi veya daha değişik hizmet verecek bir amaç için kurtarmalıdır mutlaka.
“Diyarbakır İli Ergani İlçesi Halk Kültürü Araştırması” Üzerine…
Elime tesadüfen geçen Gözen Akça’nın hazırlamış olduğu Ergani Halk Kültürü ile ilgili “Yüksek Lisans Tezi“ni biraz tanıtmak ve sonra da bu tezle ilgili düşüncelerimi yazmak istiyorum. Gözen Akça, 2000–2009 yılları arasında yaptığı araştırmasını “Diyarbakır İli Ergani İlçesi Halk Kültürü Araştırması”(*) başlığı altında, Haziran 2009 yılında Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanlığı’na Tez olarak sunmuş ve anladığım kadarıyla da Tezi “kabul” edilmiştir. Araştırmanın danışmanlığını Yrd. Doç. Dr. Refiye Şenesen yapmıştır. Tez, yoğun bir emek ürünü, kapsamlı, 351 sayfa. İçindeki konulara teke tek ele alıp incelemek yazımı uzatacağından ötürü sadece tezin genel çerçevesini sunup, sonra da
“Dünya Anadil Günü” ve Dillerin Korunması
“Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” –Antti Jalava İnsanlar günlerinin önemli bir kısmını konuşarak geçirir. Her normal insan konuşma yeteneğine sahiptir. Genel hatlarıyla konuşmaya “programlıdır“. Bebekler, önceden öğrenmeseler de ağlayarak iletişim kurar, bunun dışında insanlar ancak öğrenerek bir dili konuşabilir. Bu yüzden her normal çocuk kendi kültürünün dilini öğrenir. Dil, en temel ve gelişmiş insan iletişim sistemidir. Daha açık bir ifadeyle, belirli kurallara göre bir araya getirilmiş sesleri ve işaretleri kullanarak gerçekleştirilen simgesel iletişim sistemidir. İnsanoğlunun hayatta kalma mücadelesinde kullandığı başlıca yöntemdir. İnsanların kullandıkları herhangi bir
Tarım İlaçları Zehirlenmelerinden Korunma ve İlkyardım Önlemleri
I. Giriş Doğum oranındaki artış, tıptaki ilerleme sonucu kısırlığın tedavi edilişi ve koruyucu hekimlikle insan ömrünün uzaması gibi nedenlerle Dünya nüfusu hızlı bir şekilde artmakta. Artan Dünya nüfusunu besleyebilmek; kentleşmeye paralel değişen, gelişen ve artan tüketim ihtiyaçlarını karşılayabilmek her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca Dünyamızda insanların büyük çoğunluğu açlık çekerken, gelişmiş ülkelerin varsılları sınırsız bir tüketim içinde yaşamaktadır. Bu nedenle, sürekli ekilebilir tarım alanı miktarı azalmakta; miktarı artmayan, ama her geçen gün alanı azalan tarım alanlardan daha fazla insanın yararlanmasına ve kazanç teminine yönelik çeşitli yöntemler geliştiriliyor ve yeni yollar aranıyor. Tarımsal verimi artırmanın çok çeşitli yolları vardır.
Kürdistan ve Sınırları
“Ben Allahın hikmetinde şaşakaldım:Kürtler dünya devletinde,Acep ne sebeple kalmışlar boynu bükük,Hepsi birden niçin olmuş mahkûm?” -Ehmedê Xanî Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bağdat’a giderken uçakta gazetecilere Kuzey Irak bölgesel yönetiminden “Kürdistan” olarak bahsetti. Tepkiler üzerine biraz çark etse de, aynı anlama gelen “Irak anayasasına göre ülkenin kuzeyinde bir yerel Kürt yönetimi vardır, bunu söyledim” dedi. (25 Mart 2009 tarihli gazeteler.) Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, 30 Mart akşamı Hürriyet Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu’na yerel seçim sonuçlarıyla ilgili yaptığı bir değerlendirmede; “Siyasi harita üzerinde durulmalı” deyip, sonra da “Türkiye’nin belli bir bölgesinde DTP’den başka parti kalmadı. Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırını da aldılar”