Arkadaşım edebiyat öğretmeni Ali Ekber Pekşen’den harika bir yazı aldım. Kendisi İstanbul Kadıköy’de bir dönem müfettişlik, emeklilik sonrasında ise özel bir dershanenin Türkiye koordinatörlüğünü yapan Hocamın “Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli” başlıklı yazısını eğitimde müfredat ve yeni derslerin eklenip, çıkarılmasının tartışıldığı bu günlerde
Kuşbakışı bir Ergani gezisi
Anadolu Kültür ile Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği’nin birlikte ortaklaşa yürüttüğü bir proje kapsamında Diyarbakır Hafızası’nın “İlçe Postası” ismiyle başlayan yeni sergi dizisi 18 Aralıkta yayına konuldu. Serginin editörlüğünü Pınar Öğünç, çevirilerini Dilawer Zeraq, Abdulsıttar Özmen (Kürtçe) ve Nazım Dikbaş (İngilizce), sergi tasarımını ise Ali Doğan Çetin yaptı. Sergi kapsamında kaleme aldığım “Kuşbakışı bir Ergani gezisi” başlıklı yazımın Türkçe, Kürtçe ve İngilizce linklerini aşağıda sunuyorum: Yazının Kürtçe Çevirisi: Yazının İngilizce Çevirisi:
Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli
Arkadaşım edebiyat öğretmeni Ali Ekber Pekşen’den harika bir yazı aldım. Kendisi İstanbul Kadıköy’de bir dönem müfettişlik, emeklilik sonrasında ise özel bir dershanenin Türkiye koordinatörlüğünü yapan Hocamın “Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli” başlıklı yazısını eğitimde müfredat ve yeni derslerin eklenip, çıkarılmasının tartışıldığı bu günlerde sizlerle paylaşmanın yerinde ve güzel olacağını düşündüm. İzninizle yazıyı sunuyorum: “Eğitim Aykırı İnsanlar Yetiştirmeli Çocuk denilecek yaşta, tesadüfler her birimizi bir yerlere sürükledi. Tesadüflerin sürüklediği yaşamışlıklarda öncelikler, günün belirleyenlerine göre sıralandı. Günün belirleyeni ise, geleceği hakkında karar verilen kişinin iradesi değil, otorite olarak anılan merkez oldu. Bu otorite; doğumdan okul hayatına kadar geçen ilk çocukluk olarak adlandırılan dönemde
Cemal Süreya’nın Kanayan Yarası
İnsanın bir tanıdığının, bir dostunun, sevdiği bir şair hakkında kitap yazması kadar duygulandırıcı güzel bir şey olamaz. Yılmaz Varol Cemal Süreya ve Arkadaşları(*) kitabıyla bana bu güzel duyguyu yaşattı. Kadir kıymet bilip “Dostlukla, sevgiyle, içtenlikle” yazıp imzalayarak göndermesiyle de, sevincimi ikiye katladı. Cemal Süreya’nın kitaplarıyla ilk kez Ankara’da 1970’li yıllarda öğrenciyken, Zafer Pasajı’nda Toplum Kitabevi’nde karşılaşmış ve kitaplarından bir iki tanesini alıp şiirlerini okumuştum. O kitaplardan aklımda sadece Üvercinka şiir kitabı kalmış. Şiirlerini okuduğumda; açık söylemem gerekirse pek bir şey anlamamıştım ve aklıma da yatmamıştı. O dönem; hem Cemal Süreya’nın hayat hikâyesini bilmiyordum, hem yeterli birikime sahip değildim, hem de
Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı
Sevgili dostum Misbah Hicri’yi 27 Kasım 2020 günü Korona’dan kaybettik. Anısına hürmetle “Coğrafya Kaderdir“ kitabıyla ilgili 20 Aralık 2018’de yazdığım yazımı yeniden paylaşıyorum. Mezopotamya tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı, sürekli kanın aktığı ve zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmuş değil, devam ediyor hâlâ. Mezopotamya tanım olarak iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitab-ı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar,
Kapitalizmin Mutasyonu, Yenilgimiz ve Yeniden Düşünmek
“İnsanoğlunun saygın ve haysiyetli bir yaşam mücadelesi yok edilemez; insanoğlunun özgürlük ve eşitlik düşü ruhlardan atılamaz.” -Mehmet Uzun Eskiden Marksizm-Leninizm’e inanan biriydim. Marx’ın düşüncelerinin Lenin pratiğinde Sovyetler’de hayat bulmuş hâlini savunuyordum. İnanmak ve savunmakla da kalmayıp, bu düşüncenin gerçekleşmesi için karınca kararınca mücadele ettim. İnandığımız bu düşünceyi maddi güce dönüştüremedik ne yazık ki; teori, pratikte karşılığını bulmadı. Hayal ettiğimiz “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” özgürce yaşayacağı “sınıfsız bir toplum” kurma vaadini gerçekleştirmeyi ne benim mensubu olduğum siyasi hareket ne de başka siyasi hareketler gerçekleştirebildi. Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki mevcut sosyalist/komünist hareketlerin hiçbiri bunu gerçek anlamıyla gerçekleştiremedi. Başarısız oluşumuzun elbette
Kumar, Dostoyevski ve Babam
Okuduğumuz bazı kitaplar bazen yazı yazma isteği uyandırır. Yıllar önce Dostoyevski’nin Kumarbaz(*) kitabını okumuştum. Eski klasikleri tekrar tekrar okuma huyum nedeniyle kitabı yeniden okudum. Ve bu yeni okumamda bazı yeni şeyler fark ettim. Dostoyevski günahkâr tabiatlı bir kumarbazdır. Avrupa’ya çıktığı seyahatlerinde kumar masalarından ender kalkar. “Kumara başladığında oyunun heyecanı başını döndürür”, tüm parasını kaybedene kadar oynar. Kumar için, “hamile karısının evlilik yüzüğünü, küpelerini ve paltosunu bile rehineciye” bırakır. Yayıncısından sürekli avans ister. Kumarda kaybettiklerini, “edebiyata dönüştürerek telafi etmeyi düşünür”. Yazı yazmak için sürekli oynar ve kumardan geriye kalan zamanlarında da durmadan yazar. Bir yazıcı (stenograf) kadın tutarak tam 29 günde
Ergani’deki “Taş Mektep” ve Diyarbekir Eğitim Tarihi
Yakın zamanda Nûbihar Yayınları Yönetmeni Süleyman Çevik’le telefonla görüşürken, konuşma arasında, ilgi alanıma giren yayınlanan yeni kitapların olup olmadığını sorduğumda, yeni kitapların olduğunu, ama kataloğa baktıktan sonra geri dönüş yaparak bilgi verebileceğini söyledi. Ben, Süleyman’ın geri dönüşünü beklemeden internetten Nûbihar’ın web sitesine girip gezinmeye başladım. Gezinirken kitaplardan birinin kapak fotoğrafı hemen mıknatıs gibi birden dikkatimi çekerek gözlerimi kitap üzerinde sabitleştirdi. Dayanamadım, dikkatimi çeken Amid’den Diyarbekir’e Eğitim Tarihi(*) kitabının siparişini verdim. Kitabı böyle hemen o anda birden beni almaya iten neden, yukarıda açıkladığım gibi, kitabın kapak fotoğrafı oldu. Kitap kapağında yer alan fotoğraf, okul hayatıma gözümü ilk açtığım okulun, halk arasında
Bir İstihbaratçının Kaleminden Mezopotamya’nın İşgali
“deki dicle’ye ve fırat’abeşikte uyuyana içirdim toprağın kanını” (M. Oğuz) İlginç ve önemli bir kitaptan, Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi kitabından bahsetmek istiyorum. Kitabın yayın tarihi biraz eski, 2004 yılında Yaba Yayınları tarafından yayımlanmış. Kitabın ilginçliği bir istihbaratçının kaleme almış olmasından, önemi ise kapsadığı dönem ve mekândan, anlatılan konulardan ve yazarın renkli kişiliğinin yanında Ortadoğu’nun haritasını çizen çok önemli aktörlerden biri oluşundan ileri geliyor. Bu nedenle kitaptan önce yazarı tanımamız daha isabetli olur. Sözünü ettiğim kitabı Gertrude L. Bell kaleme almıştır. Bir İngiliz yurttaşı olan Gertrude L. Bell (1868-1926), ayrıcalıklı bir ailenin kızıdır. Genç ve güzeldir. Zeki ve kurnazdır. Seçkin okullarda
Duygularım, Petersburg ve Dostoyevski’nin Acısı
Bir kitabın ismi bazen çekim merkezi olabilir. Kitapçı vitrininde gördüğüm Petersburg’lu Usta(*) kitabı önce Petersburg sözcüğüyle, sonra Usta’nın Dostoyevski olduğunu öğrenmemle beni hemen çekim merkezine aldı. Kitapla doğrudan duygusal bir ilişkiye girmiş oldum. Duygusal ilişkimi üç başlıkta toplaya bilirim: Birincisi, oğlum Ozan’ın yirmi yıldır eşi ve iki kızıyla Petersburg kentinde yaşıyor oluşudur. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, ilki 15 Nisan 2006’da olmak üzere Petersburg’a 5-6 kez gittim. Her gittiğimde sınırlı da olsa bu güzel kentin tarihi mekânlarını, müzelerini, cadde ve sokaklarını gezdim. 22 Nisan 2006’da, Dostoyevski’nin yaşadığı evin sokağında bulunan heykelini gördüğümde kendisiyle söyleştim; Dostoyevski Müzesi’ne dönüştürülen evinin salon ve odalarında
Çermik Dağlarında Gezer Bir Devrimci
Çermik, Diyarbakır’ın ilçelerinden biridir. Dört dağın ortasında, üç tarafı sularla çevrili çukur bir vadide yeşil ağaç ve bitki örtüsüyle kaplı bir yerleşim alanıdır. Nurettin Değirmenci’nin tanımlamasıyla: “Tarihin hüküm sürdüğü, zamanın durduğu, tabiatın konuştuğu yer”dir. Yaşamımda ve anılarımda Çermik’in çok önemli yeri vardır. Annemin Çermikli olması; gençliğe ilk adım atış dönemlerimde Çermik’e her gidişimde dayım Nurettin Değirmenci ve yakın akrabam Osman Bardakçı’dan kitap okuma sevgisini edinmem; 1971-1976 yıllarında Ankara’da yüksekokulu okurken Faho dedemin (Annemin babası Fahri Değirmenci/ d.1906-ö.1999) yanında kalmam bunun temel nedenidir. Ayrıca yine o dönem Ankara-İskitler ve Altındağ ilçesi Kazıkiçibostanları gecekondularında Çermikliler’in çok yoğun yerleşmiş olması ve bir çoğuyla