Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Bazı Şeyleri Unutmamak İçin Yazmak
Müslüm Üzülmez, Kâmil Sümbül’ün Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kaldığı günleri anlattığı “Ana Esas Duruşa Geç” kitabını yazdı. “Geçmiş asla ölü değildir; geçmiş, geçmiş bile değildir.” (William Faulkner) Unutmamak ve unutturmamak için yazmak lazım, ama bazı şeyleri yazmak çok zordur. Hele yazarın kendi yaşamından kesitleri oluşturuyorsa bu yazılacaklar hiç de kolay değil; yazarın yaşadıklarını, ilişkilerini, düşüncelerini, geçmişini bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirip kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Kâmil Sümbül, bu zorluğun üstesinden gelerek reddetmediği, kopmak istemediği ya da kopamadığı geçmişinin çok kısa bir dilimini, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kaldığı günleri mercek altına alıp kendisiyle yüzleşerek tanıklığını “Ana Esas Duruşa Geç” kitaplarıyla
“İdama Yürüyen Adam”
Yaz sıcağı kavuruyor. Sıcakların bu kavurucu etkisi altında Misbah Hicri’nin yeni yayımlanan İdama Yürüyen Adam (Temmuz 2018-Favori Yayınları) kitabını okudum. Ağustos sıcağı insanın fiziki bedenini yaktığı gibi kitaptaki her öykü insanın yüreğini yakıp dağlıyor. 1950’lerde başlayıp 1970’li yıllara varan Urfa ve çevresinde yaşayan insanların sıkıntıları, eğitimsizlik ve cahilliğin yarattığı tahribat, şeyh, ağa ve törenin olumsuz etkileri, köyden kente göç, işsizlik, kaçakçılık olayı, dostluk, paylaşım, sevgi gibi konular şiirsel bir dille kaleme alınmış… Sade ve akıcı… Yazar, öykülerinde çocukluk ve gençlik döneminde yaşadığı coğrafyada bölgenin ekonomik özelliğinin insanların sosyal yaşamlarına yansımalarını gözler önüne sermeye çalışmış. Urfa, bilindiği üzere tarihi bir mekândır.
Dil, “Zihnin Aynası”dan Çok Daha Fazlasıdır
“Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” –Antti Jalava Baskın Oran hoca bir röportajında; “dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu” tespitinde bulunur (https://www.demokrathaber.org/ 26.03. 2018). Eğer “Kürt azınlık bilincini diri” tutan etmenlerin başında Kürt Dili üzerindeki yasak geliyorsa, o zaman dilin ne kadar çok önemli olduğu da kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Çünkü: Dil, doğuştan gelen bir haktır, insan yaşamında hayati bir fonksiyona sahiptir ve iletişimdeki en temel araçlardan biridir. İnsan evladının hayatta kalma mücadelesinde kullandığı
Bir Tatlı Yanılgı: “Görünüyorum O Halde Varım”
“Var olma” halleri ile ilgili kitaplar ilgimi çekiyor. Bir süre önce teolog ve işletme uzmanı Philip Roscoe’nin kaleme aldığı “Harcıyorum Öyleyse Varım” kitabını okumuş ve kitap ile ilgili kaleme aldığım yazımda bir şiirimle birlikte “var olma” hali ile ilgili düşüncemi paylaşmıştım.(*) Tayfun Atay’ın Can Yayınları arasında yayımlanan “Görünüyorum O Halde Varım/ ‘Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan” kitabına dair basında tanıtımlar çıkınca dikkatimi çekti, temin edip okumaya başladım. Sizlerin de okumanızı öneririm, önemli bir çalışma. Her şey çok hızlı gelişiyor, içe kapalı geleneksel yaşam biçimleri hayal oldu. 1960’lara kadar Türkiye’de nüfusunun yaklaşık %30’u kasaba ve kentlerde, geriye kalan %70 köylerde yaşardı.
Ağza Giren İnsanı Kirletmez Ağızdan Çıkan Kirletir
“Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, gıdada taklit ve tağşiş yoluyla ürünlerinde at, eşek ve domuz eti yediren firmaları teşhir etti.” (Basın/14 Mart 2018) Yıl 1978 olmalı. Diyarbakır’da tanıştığım Papgen isimli Ermeni arkadaşımla bir gün İstanbul’da Suadiye civarında gezinirken bir şeyler atıştıralım diye güzel içkili bir lokantaya gittik. Bir masada karşılıklı oturduk. Ben, lokantadaki yemek isimlerini çok fazla bilemeyeceğimi düşünerek kurnazlık yapıp arkadaşıma: “İçkileri ben söyleyeyim, meze ve yemek siparişlerini siz verin” dedim. O da, “Tamam” dedi. Benim işim kolay, hemen şipşak garsona soğuk 35’lik bir rakı, su ve buz getirmesini söyledim. Garson tepemizde dikilmiş yemek siparişlerini beklemekte. Papgen yüzüme bakıp:
“Çiçekler Özgürlük Ortamında Nefeslerinin Kokusunu Yayar”
Bu sıralar Halil Cibran’ın kitaplarını okuyorum. Gündemin sıkıcılığından mı, yazıların mistik ve romantik havasından ya da edebi dozajının yüksek oluşundan mıdır ne hikmettir anlayamadığım şekilde kitaplarına sarılmış durumdayım. İyi ki okumaya başlamışım. Bugünün boğucu siyasi atmosferinin dışına çıkmak isteyenlere, “sevginin harman yerine adım” atıp “sevginin vecdini duymak” arzusu taşıyanlara Cibran’ın yazılarının ilaç gibi geleceğinden kuşkunuz olmasın. İnsan okudukça okumanın hazzına varıyor. Sanki sözcük avcısı, sözcüklere derin anlamlar yükleyerek yazıyor; yanık ve içten bir seslenişi var. Dostoyevski gibi insan ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaları anlatıyor. İsyan etmeden ama, bir ermiş gibi tevekküle acı ve sevincin diyalektiğini sunuyor. Hayatın kardeşleri aşk, güzellik, sevgi,
Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına
Eğitimci, örgütçü, yazar ve “Nuh’un Adamı” şiirinin şairi Enver Atılgan aramızdan ayrılalı 23 yıl oldu. O, 25 Ocak 1995’te bizleri bırakıp gitti, şimdi “keklik seken güzeller bağında”. İnsan sevgisini yüreğinde taşıyan hocamı saygıyla anıyorum. Immanuel Kant, “Aydınlanma nedir?” adlı yapıtında: “Bağımsız düşünen birkaç kişi her zaman bulunacaktır. Bunlar, önce kendi boyunduruklarını atacak, sonra da insanın değeri ile bağımsız düşünmenin insan için bir ödev olduğu düşüncesini çevrelerine yayacaklardır. Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez. Bunun için gerekli olan, özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Aklı her bakımdan, kamunun önünde açık olarak kullanmak özgürlüğü. Ne var ki, dört bir yandan ‘düşünmeyin’ diye bağırılıyor:
Var Olmanın Günümüzdeki Hâli: ”Harcıyorum Öyleyse Varım”
Dört ay önce yayıncı bir dostuma uğradığımda, okumayı sevdiğimi bildiğinden ayrılırken bana bir poşet dolusu kitap verdi. Elimde yapmam gereken işler ve okumam gereken kitaplar olduğu için bu kitaplara o zaman bakamamıştım. Yakın zamanda verilen kitaplara baktım. Kitaplar arasında Harcıyorum Öyleyse Varım(1) isimli kitabı görünce bir tuhaf duyguya kapıldım biraz da hayıflandım. Bu şekilde etkilenmeme “var olma”nın geldiği aşama sebep oldu. Bu nedenle yazımda söz konusu kitabın kendisinden çok, neoliberal politikalar sonucu “var olma”nın değer yitirip pazar tezgâhına düşmüş bir emtia hâline gelişini başka bir pencereden bakarak anlatmaya çalışacağım. Meram ve ruh halimin daha iyi anlaşılabilmesi içinde Gecenin Islığı isimli
Gökkuşağından Renklerin Çalınmasına İzin Vermeyelim
Murat Uyurkulak’ın TOL(1) romanını ikinci kez okudum. Roman, “Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi” cümlesiyle başlıyor. Bu güzel cümle beni alıp eski zamanlara götürdü. Çünkü bir zamanlar bende o çok güzel bir ihtimalin peşinden koşanlardanım ve hâlâ hayat denilen şeyin; umut, hayal ve ihtimallerin peşinde koşmak olduğuna inanırım. Ne yapayım?.. TOL sebep oldu. İçimde kalmasın, anlatayım. Tarihin bilinen hükmüdür: En iyi koşucular umudunu yitirmeyen devrimcilerdir. Devrimciler sadece dünyayı anlamayı değil, onu değiştirmeye de çalışır. Devrimcilik tek taraflı bir aşktır: Bu nedenle aşk uğruna can feda denilir. Devrimcilik sadece aşk değildir; dostluktur, vefadır, yoldaşlıktır. Devrimciliğin özü yaratıcılıktır. Yaratıcı olmayanların devrimciliği
Uygarlık Tarihinde Çermik
yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsınbu şehir arkandan gelecektir. -Kavafis Kentler kitaplarla buluştuğunda yeniden yaşam bulur, yarınlara kendini taşır. Kentler ve yerel tarihle ilgili yapılacak her çalışma bu nedenle önemlidir. Bu türden yapılan çalışmalar olanaklar ölçüsünde desteklenmelidir. Böylesi çalışmalar yaşamın demokratikleşmesine katkı sunmanın yanında kendi çevremizi, kendi insanlarımızı, bildiğimiz ve yaşadığımız mekânları, dolaysıyla da kendi geçmişimizi anlamamıza yardımcı olacaktır. Esas olan sesi kısılmış, sindirilmiş, yok sayılmış veya varlıkları gözden kaçırılmış olan birey, sınıf veya toplumların sesine kulak vermek, onları anlamak ve yaşadıkları mekânlarla ilişkilerini anlatabilmektir. Her ailenin, her aşiretin, her halkın ve her bir mekânın kendi yaşanmışlığı ve