Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zaman da çözüm ve önerilerle matematik de
Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri
Sevgili okurlarım; bildiğiniz gibi soğan bugünlerde gündemin baş sıralarında. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar, siyasi partiler, belediye başkan ve zabıtaları, meslek örgütleri, köşe yazarları… habire soğanı konuşuyor, açıklamada bulunuyor ve hakkında yazılar yazıyor. Soğan böyle gündeme oturunca yaklaşık on bir yıl önce yazdığım “Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri” başlıklı yazımı hatırladım. Hoşgörünüze sığınarak bu yazımı yeniden paylaşmak istiyorum. Saygılarımla. M. Üzülmez Başlığı okuyunca diyeceksiniz ki, bu “Amerikan soğanı” da nereden çıktı? Hiç sormayın, vallahi başımıza taş yağacak! Amerika’dan soğan, yani bildiğimiz pîvaz gelmiş marketlerde satılıyor deselerdi inanmazdım, ama kendi gözlerimle gördüm. Görünce saflığımdan olacak ki hayrete düştüm. Anlatayım efendim. Alışveriş yapmak için
İki Dosttan İki Kitap
Kitaplı günler yaşıyoruz. Eylül sonunda Diyarbakır’da, ardından Kasım başında İstanbul’da düzenlenen kitap fuarlarının çok fazla ilgi görmesi, yoğun bir katılımın gerçekleşmesi ve sosyal medyada fazlaca yer bulması bunun kanıtı. Her ne kadar kitapları baş üstünde ve başucunda tuttuğumuzu söylesek de durum hiç de parlak değil; zaten düşük olan kitap satış ve okuma oranlarının, bilgisayar ve cep telefonu gibi dijital cihazların yaygınlaşmasıyla daha da düştüğü konuya vakıf yetkililerce ifade edilmektedir. Bu duruma rağmen kitap fuarlarının yoğun ilgi görmesi geleceğe dair iyimserliğimizi, umutlarımızı biraz da olsa arttırmaktadır. Kitaplar bir şekliyle yolumuzu aydınlatır, bilgilendirir, eğlendirir, isyan duygularımızı yükseltir veya azaltır, duygu ve düşüncelerimize
İstanbul’da Coşkulu Bir Açılış
Yoğun bir emek ve büyük bir fedakârlık sonrası kurulan İstanbul Erganililer Kültür ve Dayanışma Derneği’nin açılışı 4 Kasım 2018 tarihinde İstanbul Esenler Otogarı karşısında kiralanan kendi binasında yapıldı. Yönetim kurulu benimde içinde bulunduğum tüm Erganili yazar, şair ve sanatçıları açılışa davet ettiği için açılışta konuk olarak bulundum. Açılışla ilgili izlenimlerimi kısaca siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Derneğin açılışına çok büyük bir ilgi ve katılım vardı. Yöneticilerin bana verdikleri bilgiye göre gün içerisinde bin kişiye yakın bir katılım olmuş. Açılışta heyecan, coşku, hasret, sevinç, hüzün iç içeydi. Ortam duygu yüklüydü. Derneğin hoş bir ortama ev sahipliği yaptığını rahatlıkla söyleyebilirim. Açılışta konuşmaları
Bazı Şeyleri Unutmamak İçin Yazmak
Müslüm Üzülmez, Kâmil Sümbül’ün Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kaldığı günleri anlattığı “Ana Esas Duruşa Geç” kitabını yazdı. “Geçmiş asla ölü değildir; geçmiş, geçmiş bile değildir.” (William Faulkner) Unutmamak ve unutturmamak için yazmak lazım, ama bazı şeyleri yazmak çok zordur. Hele yazarın kendi yaşamından kesitleri oluşturuyorsa bu yazılacaklar hiç de kolay değil; yazarın yaşadıklarını, ilişkilerini, düşüncelerini, geçmişini bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirip kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Kâmil Sümbül, bu zorluğun üstesinden gelerek reddetmediği, kopmak istemediği ya da kopamadığı geçmişinin çok kısa bir dilimini, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kaldığı günleri mercek altına alıp kendisiyle yüzleşerek tanıklığını “Ana Esas Duruşa Geç” kitaplarıyla
“İdama Yürüyen Adam”
Yaz sıcağı kavuruyor. Sıcakların bu kavurucu etkisi altında Misbah Hicri’nin yeni yayımlanan İdama Yürüyen Adam (Temmuz 2018-Favori Yayınları) kitabını okudum. Ağustos sıcağı insanın fiziki bedenini yaktığı gibi kitaptaki her öykü insanın yüreğini yakıp dağlıyor. 1950’lerde başlayıp 1970’li yıllara varan Urfa ve çevresinde yaşayan insanların sıkıntıları, eğitimsizlik ve cahilliğin yarattığı tahribat, şeyh, ağa ve törenin olumsuz etkileri, köyden kente göç, işsizlik, kaçakçılık olayı, dostluk, paylaşım, sevgi gibi konular şiirsel bir dille kaleme alınmış… Sade ve akıcı… Yazar, öykülerinde çocukluk ve gençlik döneminde yaşadığı coğrafyada bölgenin ekonomik özelliğinin insanların sosyal yaşamlarına yansımalarını gözler önüne sermeye çalışmış. Urfa, bilindiği üzere tarihi bir mekândır.
Dil, “Zihnin Aynası”dan Çok Daha Fazlasıdır
“Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” –Antti Jalava Baskın Oran hoca bir röportajında; “dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu” tespitinde bulunur (https://www.demokrathaber.org/ 26.03. 2018). Eğer “Kürt azınlık bilincini diri” tutan etmenlerin başında Kürt Dili üzerindeki yasak geliyorsa, o zaman dilin ne kadar çok önemli olduğu da kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Çünkü: Dil, doğuştan gelen bir haktır, insan yaşamında hayati bir fonksiyona sahiptir ve iletişimdeki en temel araçlardan biridir. İnsan evladının hayatta kalma mücadelesinde kullandığı
Bir Tatlı Yanılgı: “Görünüyorum O Halde Varım”
“Var olma” halleri ile ilgili kitaplar ilgimi çekiyor. Bir süre önce teolog ve işletme uzmanı Philip Roscoe’nin kaleme aldığı “Harcıyorum Öyleyse Varım” kitabını okumuş ve kitap ile ilgili kaleme aldığım yazımda bir şiirimle birlikte “var olma” hali ile ilgili düşüncemi paylaşmıştım.(*) Tayfun Atay’ın Can Yayınları arasında yayımlanan “Görünüyorum O Halde Varım/ ‘Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan” kitabına dair basında tanıtımlar çıkınca dikkatimi çekti, temin edip okumaya başladım. Sizlerin de okumanızı öneririm, önemli bir çalışma. Her şey çok hızlı gelişiyor, içe kapalı geleneksel yaşam biçimleri hayal oldu. 1960’lara kadar Türkiye’de nüfusunun yaklaşık %30’u kasaba ve kentlerde, geriye kalan %70 köylerde yaşardı.
Ağza Giren İnsanı Kirletmez Ağızdan Çıkan Kirletir
“Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, gıdada taklit ve tağşiş yoluyla ürünlerinde at, eşek ve domuz eti yediren firmaları teşhir etti.” (Basın/14 Mart 2018) Yıl 1978 olmalı. Diyarbakır’da tanıştığım Papgen isimli Ermeni arkadaşımla bir gün İstanbul’da Suadiye civarında gezinirken bir şeyler atıştıralım diye güzel içkili bir lokantaya gittik. Bir masada karşılıklı oturduk. Ben, lokantadaki yemek isimlerini çok fazla bilemeyeceğimi düşünerek kurnazlık yapıp arkadaşıma: “İçkileri ben söyleyeyim, meze ve yemek siparişlerini siz verin” dedim. O da, “Tamam” dedi. Benim işim kolay, hemen şipşak garsona soğuk 35’lik bir rakı, su ve buz getirmesini söyledim. Garson tepemizde dikilmiş yemek siparişlerini beklemekte. Papgen yüzüme bakıp:
“Çiçekler Özgürlük Ortamında Nefeslerinin Kokusunu Yayar”
Bu sıralar Halil Cibran’ın kitaplarını okuyorum. Gündemin sıkıcılığından mı, yazıların mistik ve romantik havasından ya da edebi dozajının yüksek oluşundan mıdır ne hikmettir anlayamadığım şekilde kitaplarına sarılmış durumdayım. İyi ki okumaya başlamışım. Bugünün boğucu siyasi atmosferinin dışına çıkmak isteyenlere, “sevginin harman yerine adım” atıp “sevginin vecdini duymak” arzusu taşıyanlara Cibran’ın yazılarının ilaç gibi geleceğinden kuşkunuz olmasın. İnsan okudukça okumanın hazzına varıyor. Sanki sözcük avcısı, sözcüklere derin anlamlar yükleyerek yazıyor; yanık ve içten bir seslenişi var. Dostoyevski gibi insan ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaları anlatıyor. İsyan etmeden ama, bir ermiş gibi tevekküle acı ve sevincin diyalektiğini sunuyor. Hayatın kardeşleri aşk, güzellik, sevgi,
Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına
Eğitimci, örgütçü, yazar ve “Nuh’un Adamı” şiirinin şairi Enver Atılgan aramızdan ayrılalı 23 yıl oldu. O, 25 Ocak 1995’te bizleri bırakıp gitti, şimdi “keklik seken güzeller bağında”. İnsan sevgisini yüreğinde taşıyan hocamı saygıyla anıyorum. Immanuel Kant, “Aydınlanma nedir?” adlı yapıtında: “Bağımsız düşünen birkaç kişi her zaman bulunacaktır. Bunlar, önce kendi boyunduruklarını atacak, sonra da insanın değeri ile bağımsız düşünmenin insan için bir ödev olduğu düşüncesini çevrelerine yayacaklardır. Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez. Bunun için gerekli olan, özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Aklı her bakımdan, kamunun önünde açık olarak kullanmak özgürlüğü. Ne var ki, dört bir yandan ‘düşünmeyin’ diye bağırılıyor: