Kültür - Page 7

Felsefe ve Matematiğin Yoldaşlığı

Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zaman da çözüm ve önerilerle matematik de

okuma süresi: 169 dk.

Kavalcı Hafız Zülfi Yokuş’la İlgili Bir Düzeltme

okuma süresi: 5 dk.

Göçebe toplumlarda, daha doğrusu köylü anlayışının egemen olduğu toplumlarda tarih bilinci olmuyor; bilgi, belge ve nesneler saklanıp korunmuyor, aile büyüklerinin anlatımları kayıt altına alınmıyor. Şehir ya da kasabalarda yaşamış olsak bile anlayış olarak köylü anlayışına sahip oluşumuzdan olacak ki, benim kuşağım ve öncesi aynı davranışı gösterdi. Belgeleri, nesneleri koruyamadık; olaylara, mekânlara, şahsiyetlere dair anlatılanları kayıt altına al(a)madık. Açıkçası akıl edip düşünmedik bu gibi şeyleri. Geçmişimizin yok olup gitmesine bir nevi seyirci kaldık. Örneğin, Ergani Tren İstasyonu’nda kaval çalan Hafız Zülfi Yokuş ile ilgili doğru dürüst ne bir yazı kaleme alabildik ne de O’nu fotoğraflayabildik. Şimdi, iş işten geçtikten sonra elimizde

Harika Bir İnsan Hakkında Harika Bir Kitap: Karanlıktaki Işık Yılmaz Güney

/
okuma süresi: 4 dk.

İnsan bazen bir haber veya hediye aldığında çok sevinir. Tahir Yüksel’in Karanlıktaki Işık Yılmaz Güney kitabı elime ulaştığında ben de böylesi bir sevinci yaşadım. Sevinmemin birinci nedeni harika bir insan hakkında harika bir kitabın yazılmış olması ise, ikincisi de her Diyarbakırlı gibi benim de Yılmaz Güney’e duyduğum sevgi ve hayranlığın yaratmış olduğu devrimci vefa bağının gönüllerde silinmez oluşudur; O’nu kalbimizde yaşatmamızdır. Diyarbakırlıların değil sadece, tüm güzel insanların ortak değeridir o. Atilla Dorsay’ın Yılmaz Güney’e dair söylediği güzelim ifadeyle: “Kimi sanatçılar ölümsüzdür. Her dönemde, her toplum için, hatta tüm dünyaya mâl olarak… Ve zaman içinde ölümsüzleşerek…” 1960’ların sonlarında ve 1970’li yıllarda,

Şampanya İçerek Yaşamdan Ölüme Geçen Ölümsüz: ANTON ÇEHOV

/
okuma süresi: 5 dk.

Bu yazımda dünyaca ünlü Rus yazar Anton Çehov’u anlatmaya çalışacağım. Çehov, despot bir babanın ve kişiliği sinik bir annenin çocuğu olarak 1860 yılında Rusya’nın Taganrog şehrinde dünyaya gelir. Cin gibi altı kardeşiyle birlikte zorluklar içinde yaşar. Zor koşullar ve baba baskısı kendisini yıldırmaz; lise öğrenimini Taganrog’da, tıp öğrenimini de Moskova’da tamamlayarak doktor olur. Kardeşine; “Yasal karım olan tıp dışında, bir de metresim var: Edebiyat” (s.90) dese de, aslında “metres”i onu “yasal eş”i tıptan daha çok ilgilendirir. Doktorluğuyla değil, öykü ve piyesleriyle şöhretin doruklarına ulaşır. Zirvedeyken 2 Temmuz 1904’te Almanya’da hayata gözlerini yumar, 9 Temmuz’da Moskova’da toprağa verilir. Çehov, öykü yazmaya

Bülbülün Kanıdır Güle Rengini Veren

okuma süresi: 5 dk.

Yılbaşı arifesinde gül, bülbül ve yılbaşına dair “Önce Beyazken Sonra Neden Kırmızı Oldu Gül?” başlıklı yazım yayımlandıktan sonra birçok yazı ve mesaj aldım. Bunların çoğunda övücü şeyler yazılıydı, fakat kardeşlerim Şadan ve Ali Haydar’dan gelenler farklıydı. İçeriği zenginleştiren özellikler taşıyorlardı. Şadan gönderdiği yazısında (28 Aralık 2019); kendisine gül sevgisini Hüsnü Yılmaz’ın (d.1933-ö.2014) kazandırdığını, bir gün yanına gittiğinde neden gülleri çok sevdiğini ve seyrettiğinin efsanesini anlattığını ve bu anlatıyı dinledikten sonra kendisinin de etkilendiğini ve yanından ayrılırken birkaç gülfidanı verdiğini, gülfidanlarını getirip bahçede diktiğini, o günden sonra nerede güzel bir gül olduğunu öğrendiğinde veya duyduğunda mutlaka getirterek ya da isteterek güllüğüne

Gömülü Şamdan ve Satranç

//
okuma süresi: 6 dk.

Çok okuyan, az yazan biriyim. Okumak benim için olmazsa olmaz bir şey. Sürekli okurum. Bazen belli konulara dair (tarih, bilim, felsefe, din, siyaset gibi…) kitapları ya da kimi yazarların kitaplarına yoğunlaşarak peş peşe okurum. Bu aralar da bolca Stefan Zweig’in kitaplarını okuyorum. Okuduklarımdan ikisi hem çok etkiledi hem de çok düşündürdü beni. Stefan Zweig usta bir yazar. Kurgu ve betimlemelerine hayran kaldım. Sözcükler cümlelerde matematiksel sıralanmış; anlam olarak geometrik, dizilimleri ise adeta aritmetik bir kusursuzluk örneği. Kalemi eline aldığında iç dünyasındaki fırtınaları ve gözlemlerini doğal haliyle yazmış gibi. “Rastladığı insanlar, karşılaştığı olaylar, gizemli bir simya ile, sayfalarda söz dizisine” dönüşmüş.

Anıtı Dikilesi Bir Derviş: Kavalcı Hafız

okuma süresi: 10 dk.

Çocukluğumda yazları damda yatardık. Geceleyin yataklarımıza uzandığımızda gökyüzünde yıldızları, Maden yolundan gelip geçen arabaların ve istasyondan geçen tren ve katarların farlarından yayılan ışıkları merakla izlerdik. Seslerini duymazdık, sadece ışıklara bakıp düşler kurardık. Gençlik dönemimde istasyona her gittiğimde; raylar, buhar ve duman yayan trenlerin düdük sesleri, sevdiklerine kavuşan insanların sevinci, ayrılanların hüznü ve özellikle de Hafız’ın kavalından çıkan ezgiler, uzun ve derin içsel yolculuklara çıkartırdı beni. Zaman akıp geçti. Baharımı, yazımı şimdi çok gerilerde bıraktım, sonbaharımı yaşıyorum. Yılların ardından aklıma o istasyon geldiğinde Hafız ve kızı Xecê’yi hatırlarım. Karanlık gecelerde gökyüzündeki yıldızlar yol gösterir ya, Ergani Tren İstasyonu’nda da o zamanlar

Önce Beyazken Sonra Neden Kırmızı Oldu Gül?

okuma süresi: 5 dk.

“Gece gül bahçesinde ararken seniGülden gelen kokun sarhoş etti beniSeni anlatmaya başlayınca güleBaktım kuşlar da dinliyor hikâyemi.” -Ömer Hayyam Diyarbakır-Ergani’de çocukluğum ve gençliğimin geçtiği mekân akrabalara ait bağ ve bahçelerin içerisinde bulunan yeşillikler içinde ortak bir mekândı. Bu mekândan şimdi geriye bir şey kalmadı sayılır. Bağ ve bahçeler imara açıldı. Yaşlılar öte dünyaya, kalanlar ise başka başka şehirlere şu veya bu nedenle göç etti. Gidenleri temsilen geride bir tek Hava anam kaldı. Bağ ve bahçelerden ise kala kala evimizin yanında bulunan ufacık iki dönümlük bir bahçe kaldı. Bahçeyle şimdilik kardeşim Şadan ilgileniyor. Bu küçük bahçede nar, elma, armut, ayva, erik,

Demirci Hefaystos ve Beşerin Kurtuluş Baharı

/
okuma süresi: 7 dk.

“Tanrılar ülkesi” Olympos’ta oturan Baştanrı Zeus, karısı Baştanrıça Hera’nın katkısı olmadan, anasız, Tanrıça Athena’yı doğurur. Buna çok içerleyen Hera da, inat olsun diye babasız Tanrı Hefaystos’u doğurur. Bir ayağı kısadır Hefaystos’un. Çok üzülür Hera, çok utanır. Dayanamaz, bir gün onu bacağından tuttuğu gibi Olympos’taki baştanrılık sarayının penceresinden dünyaya doğru atıverir. Ege Denizi’nde Lemnos adasına düşer Hefaystos. Deniz tanrıçalarından Tetis ve Denizkızı Eurinome korumaları altına alırlar onu. O da burada boş durmaz; düştüğü adada ve denizin dibindeki kızgın volkan yataklarında, dokuz yıl gece gündüz demeden ter döker ve bulunduğu mağarayı demirci işliğine çevirir. Çekiciyle, örs üstünde demir, tunç gibi metalleri döver;

Bahar, Gül ve Bir Mayıs

/
okuma süresi: 4 dk.

Bahar geldi, Mayıs/Gulan kapıda. Mayıs/Gulan; gül ayıdır, insanın kanının kaynadığı aydır. Gül, Gulan’da kokusunu hiçbir şey beklemeden doğaya sunar ve ben, güllerin kokusunu şimdiden duyar gibiyim, elimde olmadan, bu koku beni benden alıp çok eski zamanlara götürür. Eskiden çok güzel renk renk güllerimiz vardı. Ergani’nin Gülbaran bahçelerinde güller açtığında mest edici kokuları etrafa saçılırdı. Gül çiçeğinin yaprakları su dolu şişelere konulur, içerisine azıcık limon tuzu atılarak şişelerin ağzı kapatıldıktan sonra güneşe bırakılırdı. Şişeler 15-20 gün güneşte kalınca, gül rengini şişe içerisindeki suya verir, rengi kırmızılaşır veya pembeleşirdi. Sonra bu gül suyu bir tülbent yardımıyla süzülüp içerisine bir miktar şeker atılarak

Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı

//
okuma süresi: 5 dk.

Mezopotamya, tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı; sürekli kanın aktığı, zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmadı, devam ediyor hâlâ. Tanım olarak Mezopotamya iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitabı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar, Selçuklu Türkleri, Tatarlar, Moğollar, Osmanlılar, Ruslar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar bu cennet toprakları istila etmeyi kendilerine iş edindiler. Yakma, yıkma ve kan dökmekle kalmayıp tüm

1 5 6 7 8 9 26