Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Bülbülün Kanıdır Güle Rengini Veren
Yılbaşı arifesinde gül, bülbül ve yılbaşına dair “Önce Beyazken Sonra Neden Kırmızı Oldu Gül?” başlıklı yazım yayımlandıktan sonra birçok yazı ve mesaj aldım. Bunların çoğunda övücü şeyler yazılıydı, fakat kardeşlerim Şadan ve Ali Haydar’dan gelenler farklıydı. İçeriği zenginleştiren özellikler taşıyorlardı. Şadan gönderdiği yazısında (28 Aralık 2019); kendisine gül sevgisini Hüsnü Yılmaz’ın (d.1933-ö.2014) kazandırdığını, bir gün yanına gittiğinde neden gülleri çok sevdiğini ve seyrettiğinin efsanesini anlattığını ve bu anlatıyı dinledikten sonra kendisinin de etkilendiğini ve yanından ayrılırken birkaç gülfidanı verdiğini, gülfidanlarını getirip bahçede diktiğini, o günden sonra nerede güzel bir gül olduğunu öğrendiğinde veya duyduğunda mutlaka getirterek ya da isteterek güllüğüne
Gömülü Şamdan ve Satranç
Çok okuyan, az yazan biriyim. Okumak benim için olmazsa olmaz bir şey. Sürekli okurum. Bazen belli konulara dair (tarih, bilim, felsefe, din, siyaset gibi…) kitapları ya da kimi yazarların kitaplarına yoğunlaşarak peş peşe okurum. Bu aralar da bolca Stefan Zweig’in kitaplarını okuyorum. Okuduklarımdan ikisi hem çok etkiledi hem de çok düşündürdü beni. Stefan Zweig usta bir yazar. Kurgu ve betimlemelerine hayran kaldım. Sözcükler cümlelerde matematiksel sıralanmış; anlam olarak geometrik, dizilimleri ise adeta aritmetik bir kusursuzluk örneği. Kalemi eline aldığında iç dünyasındaki fırtınaları ve gözlemlerini doğal haliyle yazmış gibi. “Rastladığı insanlar, karşılaştığı olaylar, gizemli bir simya ile, sayfalarda söz dizisine” dönüşmüş.
Anıtı Dikilesi Bir Derviş: Kavalcı Hafız
Çocukluğumda yazları damda yatardık. Geceleyin yataklarımıza uzandığımızda gökyüzünde yıldızları, Maden yolundan gelip geçen arabaların ve istasyondan geçen tren ve katarların farlarından yayılan ışıkları merakla izlerdik. Seslerini duymazdık, sadece ışıklara bakıp düşler kurardık. Gençlik dönemimde istasyona her gittiğimde; raylar, buhar ve duman yayan trenlerin düdük sesleri, sevdiklerine kavuşan insanların sevinci, ayrılanların hüznü ve özellikle de Hafız’ın kavalından çıkan ezgiler, uzun ve derin içsel yolculuklara çıkartırdı beni. Zaman akıp geçti. Baharımı, yazımı şimdi çok gerilerde bıraktım, sonbaharımı yaşıyorum. Yılların ardından aklıma o istasyon geldiğinde Hafız ve kızı Xecê’yi hatırlarım. Karanlık gecelerde gökyüzündeki yıldızlar yol gösterir ya, Ergani Tren İstasyonu’nda da o zamanlar
Önce Beyazken Sonra Neden Kırmızı Oldu Gül?
“Gece gül bahçesinde ararken seniGülden gelen kokun sarhoş etti beniSeni anlatmaya başlayınca güleBaktım kuşlar da dinliyor hikâyemi.” -Ömer Hayyam Diyarbakır-Ergani’de çocukluğum ve gençliğimin geçtiği mekân akrabalara ait bağ ve bahçelerin içerisinde bulunan yeşillikler içinde ortak bir mekândı. Bu mekândan şimdi geriye bir şey kalmadı sayılır. Bağ ve bahçeler imara açıldı. Yaşlılar öte dünyaya, kalanlar ise başka başka şehirlere şu veya bu nedenle göç etti. Gidenleri temsilen geride bir tek Hava anam kaldı. Bağ ve bahçelerden ise kala kala evimizin yanında bulunan ufacık iki dönümlük bir bahçe kaldı. Bahçeyle şimdilik kardeşim Şadan ilgileniyor. Bu küçük bahçede nar, elma, armut, ayva, erik,
Demirci Hefaystos ve Beşerin Kurtuluş Baharı
“Tanrılar ülkesi” Olympos’ta oturan Baştanrı Zeus, karısı Baştanrıça Hera’nın katkısı olmadan, anasız, Tanrıça Athena’yı doğurur. Buna çok içerleyen Hera da, inat olsun diye babasız Tanrı Hefaystos’u doğurur. Bir ayağı kısadır Hefaystos’un. Çok üzülür Hera, çok utanır. Dayanamaz, bir gün onu bacağından tuttuğu gibi Olympos’taki baştanrılık sarayının penceresinden dünyaya doğru atıverir. Ege Denizi’nde Lemnos adasına düşer Hefaystos. Deniz tanrıçalarından Tetis ve Denizkızı Eurinome korumaları altına alırlar onu. O da burada boş durmaz; düştüğü adada ve denizin dibindeki kızgın volkan yataklarında, dokuz yıl gece gündüz demeden ter döker ve bulunduğu mağarayı demirci işliğine çevirir. Çekiciyle, örs üstünde demir, tunç gibi metalleri döver;
Bahar, Gül ve Bir Mayıs
Bahar geldi, Mayıs/Gulan kapıda. Mayıs/Gulan; gül ayıdır, insanın kanının kaynadığı aydır. Gül, Gulan’da kokusunu hiçbir şey beklemeden doğaya sunar ve ben, güllerin kokusunu şimdiden duyar gibiyim, elimde olmadan, bu koku beni benden alıp çok eski zamanlara götürür. Eskiden çok güzel renk renk güllerimiz vardı. Ergani’nin Gülbaran bahçelerinde güller açtığında mest edici kokuları etrafa saçılırdı. Gül çiçeğinin yaprakları su dolu şişelere konulur, içerisine azıcık limon tuzu atılarak şişelerin ağzı kapatıldıktan sonra güneşe bırakılırdı. Şişeler 15-20 gün güneşte kalınca, gül rengini şişe içerisindeki suya verir, rengi kırmızılaşır veya pembeleşirdi. Sonra bu gül suyu bir tülbent yardımıyla süzülüp içerisine bir miktar şeker atılarak
Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı
Mezopotamya, tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı; sürekli kanın aktığı, zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmadı, devam ediyor hâlâ. Tanım olarak Mezopotamya iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitabı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar, Selçuklu Türkleri, Tatarlar, Moğollar, Osmanlılar, Ruslar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar bu cennet toprakları istila etmeyi kendilerine iş edindiler. Yakma, yıkma ve kan dökmekle kalmayıp tüm
Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri
Sevgili okurlarım; bildiğiniz gibi soğan bugünlerde gündemin baş sıralarında. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar, siyasi partiler, belediye başkan ve zabıtaları, meslek örgütleri, köşe yazarları… habire soğanı konuşuyor, açıklamada bulunuyor ve hakkında yazılar yazıyor. Soğan böyle gündeme oturunca yaklaşık on bir yıl önce yazdığım “Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri” başlıklı yazımı hatırladım. Hoşgörünüze sığınarak bu yazımı yeniden paylaşmak istiyorum. Saygılarımla. M. Üzülmez Başlığı okuyunca diyeceksiniz ki, bu “Amerikan soğanı” da nereden çıktı? Hiç sormayın, vallahi başımıza taş yağacak! Amerika’dan soğan, yani bildiğimiz pîvaz gelmiş marketlerde satılıyor deselerdi inanmazdım, ama kendi gözlerimle gördüm. Görünce saflığımdan olacak ki hayrete düştüm. Anlatayım efendim. Alışveriş yapmak için
İki Dosttan İki Kitap
Kitaplı günler yaşıyoruz. Eylül sonunda Diyarbakır’da, ardından Kasım başında İstanbul’da düzenlenen kitap fuarlarının çok fazla ilgi görmesi, yoğun bir katılımın gerçekleşmesi ve sosyal medyada fazlaca yer bulması bunun kanıtı. Her ne kadar kitapları baş üstünde ve başucunda tuttuğumuzu söylesek de durum hiç de parlak değil; zaten düşük olan kitap satış ve okuma oranlarının, bilgisayar ve cep telefonu gibi dijital cihazların yaygınlaşmasıyla daha da düştüğü konuya vakıf yetkililerce ifade edilmektedir. Bu duruma rağmen kitap fuarlarının yoğun ilgi görmesi geleceğe dair iyimserliğimizi, umutlarımızı biraz da olsa arttırmaktadır. Kitaplar bir şekliyle yolumuzu aydınlatır, bilgilendirir, eğlendirir, isyan duygularımızı yükseltir veya azaltır, duygu ve düşüncelerimize
İstanbul’da Coşkulu Bir Açılış
Yoğun bir emek ve büyük bir fedakârlık sonrası kurulan İstanbul Erganililer Kültür ve Dayanışma Derneği’nin açılışı 4 Kasım 2018 tarihinde İstanbul Esenler Otogarı karşısında kiralanan kendi binasında yapıldı. Yönetim kurulu benimde içinde bulunduğum tüm Erganili yazar, şair ve sanatçıları açılışa davet ettiği için açılışta konuk olarak bulundum. Açılışla ilgili izlenimlerimi kısaca siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Derneğin açılışına çok büyük bir ilgi ve katılım vardı. Yöneticilerin bana verdikleri bilgiye göre gün içerisinde bin kişiye yakın bir katılım olmuş. Açılışta heyecan, coşku, hasret, sevinç, hüzün iç içeydi. Ortam duygu yüklüydü. Derneğin hoş bir ortama ev sahipliği yaptığını rahatlıkla söyleyebilirim. Açılışta konuşmaları