Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zaman da çözüm ve önerilerle matematik de
Demokratik Tartışma Kültürüne Dair
Dünya kritik bir süreçten geçiyor. Dijital teknolojik gelişime hayatımızı, yaşam biçimimizi, düşüncelerimizi derinden etkiliyor. Ukrayna-Rusya savaşı siyasetten yeni bir “soğuk savaş”ı başlattı ve dünya genelinde demokrasi, insan hakları, çevrenin korunması raftan indirildi ve şimdi tüm devletler güvenlik ve savunma gerekçesiyle silahlanmaya başladı. Türkiye’de siyasi oluşumlar hak, hukuk, adalet ve demokratik normlara dönüş için bir arayış içinde. Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürtlerin hak arayışları ise devam ediyor. İran, Irak, Suriye’de çatışma ve huzursuzluk da hız kesmeden tırmanıyor. Böylesi kritik bir süreçte kardeşim Ali Haydar Üzülmez’le telefonda nasıl bir tutum ve yaklaşım içinde olmalıyız diye uzun bir sohbetimiz oldu. Bir gün sonra da
Kötülük ve Pislikler Çoğunlukla Kutsallık Adına Yapılır
Kötülük ve pislikler tarih boyunca çoğunlukla kutsallık adına yapılmış ya da altında saklanmıştır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini Mario Puzo’nun AİLE(*) romanını okuduğumuzda görebiliriz. Amerikalı yazar Mario Puzo (1920-1999), 1969’da yazdığı BABA romanında mafyanın, Don Corleone ailesinin karanlık ve kanlı öyküsünü anlatmıştı. BABA romanı, sonradan aynı isimle 1972’de Marlon Brando’nun başrolünü oynadığı film olarak beyazperdeye aktarıldı ve zamanında çok ilgi gördü. AİLE romanında ise, Vatikan’da papalık makamında oturan Borgia ailesinin kutsallık adına yaptığı icraatlar anlatılmaktadır. Rodrigo Borgia gerçek ruhani bir şahsiyettir. Yolsuzluklarla anılan Rönesans döneminin en çok tartışılan papasıdır. Cem Sultan, Niccolò Machiavelli, Leonardo da Vinci ve Michelangelo gibi birçok
Elbet Gün Ağarır Anne*
Nereye gitsem ardım sıra hüzün gelirİçimde kor olmuş anılar alevlenir 12 Eylül 1980: Yıkım ve yenilginin başlangıcı, milâdıdır. Askeri darbe o kadar şiddetliydi ki etkisi hâlâ sürmekte. Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi ise 12 Eylül’ün vücut bulmuş halidir; zamanında dünyada nam salmış en kötü on cezaevinden biriydi. En kötü olduğu döneminde aynı düşünceyi paylaştığım birçok yol arkadaşlarımla birlikte ben de kaldım bu uğursuz mekânda. Bu nedenle 5 Nolu Cezaevi’ni çok iyi bilirim. Yıllar önce yazdığım bir yazımda (11 Aralık 2011): Cezaevinde “her şey insan ruhuna acı veriyordu; duyulan her ses, görülen her görüntü insan ruhunun derinliklerinde derin yaralar açıyordu. Cesaretin,
Cemal Süreya’nın Kanayan Yarası
İnsanın bir tanıdığının, bir dostunun, sevdiği bir şair hakkında kitap yazması kadar duygulandırıcı güzel bir şey olamaz. Yılmaz Varol Cemal Süreya ve Arkadaşları(*) kitabıyla bana bu güzel duyguyu yaşattı. Kadir kıymet bilip “Dostlukla, sevgiyle, içtenlikle” yazıp imzalayarak göndermesiyle de, sevincimi ikiye katladı. Cemal Süreya’nın kitaplarıyla ilk kez Ankara’da 1970’li yıllarda öğrenciyken, Zafer Pasajı’nda Toplum Kitabevi’nde karşılaşmış ve kitaplarından bir iki tanesini alıp şiirlerini okumuştum. O kitaplardan aklımda sadece Üvercinka şiir kitabı kalmış. Şiirlerini okuduğumda; açık söylemem gerekirse pek bir şey anlamamıştım ve aklıma da yatmamıştı. O dönem; hem Cemal Süreya’nın hayat hikâyesini bilmiyordum, hem yeterli birikime sahip değildim, hem de
Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı
Sevgili dostum Misbah Hicri’yi 27 Kasım 2020 günü Korona’dan kaybettik. Anısına hürmetle “Coğrafya Kaderdir“ kitabıyla ilgili 20 Aralık 2018’de yazdığım yazımı yeniden paylaşıyorum. Mezopotamya tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı, sürekli kanın aktığı ve zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmuş değil, devam ediyor hâlâ. Mezopotamya tanım olarak iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitab-ı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar,
Arşivimde Bulunan TÖS İle İlgili Bir Fotoğraf
Fakir Baykurt 11 Ekim 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Geride mücadele dolu bir yaşam ve birbirinden güzel çok sayıda eserlerini bizlere miras bıraktı. Kendisini saygı ve sevgiyle anıyorum. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile ilgili arşivimde bulunan bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum, ama önce ilgisi nedeniyle çok kısa TÖS hakkında bir açıklama yapmam lazım. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), 1962 Anayasası’nın kamu çalışanlarına sendika kurma hakkından yararlanarak 8 Temmuz 1965’te Ankara’da kuruldu. Genel başkanlığına öğretmen kökenli yazar Fakir Baykurt getirildi. TÖS’ün temel amacı; üyelerinin ekonomik, demokratik, toplumsal hak ve çıkarlarını korumaktı. 6 yıl faaliyet gösterebildi ancak. 12 Mart Askeri Darbesi sonrası, 1971 yılında TÖS’ün
“Bêje Çiyayêreş, Ceylanı Nasıl Yem Ettin Kurda”
Misbah Hicri 27 Kasım 2020’de aramızdan ayrıldı. Değerli arkadaşımı yâd etmek için daha önceleri yazdığım iki kitabına dair iki yazımı izninizle paylaşmak istiyorum. Aşağıda “Efsaneler ve Gerçekler” kitabına dair yazdığım yazıyı ekliyorum, haftaya da kısmet olursa “Coğrafya Kaderdir” kitabına dair yazımı. Selam ve sevgiler. M. Üzülmez Uğuldayan rüzgârın buz tutmuş camlara savurarak vurduğu kar tanelerinin insanın içini ürperttiği soğuk gecelerde sıcak soba başındaki anlatıcıların sesinde yankılanan masallar ve efsaneler çocukluğumuzda bizlerin yaşamına renk katardı. Gecenin karanlığında bir parlayıp bir sönen yıldızlar gibi dünyamızı aydınlatır, bizleri hayali güzel bir yolculuğa çıkarırdı. Anlatılan bu efsanelerde mutlaka anlatılmak istenen bir şeyler olurdu; anlatılanlardan
Sezai Karakoç ve Çayönü Kazıları
Sezai Karakoç, Erganili olup tanınan, bilinen bir şairimiz ve düşünce insanımızdır. Erganililer olarak kendisiyle her zaman övünüyoruz, ama O’nda düşünce olarak, kendi ulus ve dini inancının dışındaki tüm uluslara, tüm dini inanç ve düşünce sahiplerine ya da başka bir ifadeyle kendisinden olmayan herkese tam bir güvensizlik söz konusudur. O, düşünce ve geleceğinden, kendinden kuşku duymakta ve korkunç bir tedirginlik yaşanmaktadır. Bu tedirginliğin sonucu olarak tüm arkeolojik kazı ve çalışmalara karşıdır (ve Osmanlı hayranıdır). Örneğin, Çıkış Yolu adlı eserinde, bu korku ve özlemini feryat halinde haykırmaktadır: “Toprak ayağımızın altından kayıyor. Bundan haberiniz olsun, toprak ayağımızın altından kayıyor. Çünkü: bu toprağın bir
Kardeşime Gece Gelen Şiir
İnsanın kendisini, arkadaşını, tanıdığını, kardeşini anlatması hoş bir şey değil, ama bazen bu kaçınılmaz oluyor. Dün akşam bilgisayarımı açıp kardeşim Ali Haydar’ın göndermiş olduğu duygu yüklü mesajını ve şiirini okumam beni bu yazıyı yazmaya mecbur etti. Belki özlemden ve belki de daha çok geçmiş günlere gitmemden dolayı bir tuhaf oldum. Çünkü bizim aramızdaki ilişki çok farklıdır: Fırtınanın içerisinde özelleşmiştir. Yıllar önce, 1985’te yurtdışına politik eğitime gittiği zaman ardından yazdığım “Güzel Kardeşim” başlıklı uzun bir şiirimde aramızdaki bağı o zaman anlatmaya şöyle çalışmıştım: Aynı babadan aynıana rahmine düştük.Aynı memeden sütaynı tastan su içtik.…İkimizden ziyade-üç bacı üç kardaş-daha var altı baş.Seninle kardeştikolduk
Arzu Hayatın Kayıtsızlık Ölümün Belirtisidir
Günlerin ve gündemin sıkıcılığından mı, yazıların mistik ve romantik havasından ya da edebi dozajının yüksek oluşundan mıdır nedir, hikmetini anlayamadığım bir şekilde Halil Cibran’ın kitaplarına sarılmış durumdayım. İyi ki de okumaya başlamışım. Günün boğucu siyasi atmosferinin dışına çıkmak isteyenlere, “sevginin harman yerine adım” atıp “sevginin vecdini duymak” arzusu taşıyanlara Cibran’ın yazılarının ilaç gibi geleceğinden kuşkunuz olmasın. İnsan okudukça okumanın hazzına varıyor. Sanki sözcük avcısı, sözcüklere derin anlamlar yükleyerek yazıyor; yanık ve içten bir seslenişi var. Dostoyevski gibi insan ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaları anlatıyor. İsyan etmeden ama, bir ermiş gibi tevekkülle acı ve sevincin diyalektiğini sunuyor. Hayatın kardeşleri aşk, güzellik, sevgi,