Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Cemal Süreya’nın Kanayan Yarası
İnsanın bir tanıdığının, bir dostunun, sevdiği bir şair hakkında kitap yazması kadar duygulandırıcı güzel bir şey olamaz. Yılmaz Varol Cemal Süreya ve Arkadaşları(*) kitabıyla bana bu güzel duyguyu yaşattı. Kadir kıymet bilip “Dostlukla, sevgiyle, içtenlikle” yazıp imzalayarak göndermesiyle de, sevincimi ikiye katladı. Cemal Süreya’nın kitaplarıyla ilk kez Ankara’da 1970’li yıllarda öğrenciyken, Zafer Pasajı’nda Toplum Kitabevi’nde karşılaşmış ve kitaplarından bir iki tanesini alıp şiirlerini okumuştum. O kitaplardan aklımda sadece Üvercinka şiir kitabı kalmış. Şiirlerini okuduğumda; açık söylemem gerekirse pek bir şey anlamamıştım ve aklıma da yatmamıştı. O dönem; hem Cemal Süreya’nın hayat hikâyesini bilmiyordum, hem yeterli birikime sahip değildim, hem de
Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı
Sevgili dostum Misbah Hicri’yi 27 Kasım 2020 günü Korona’dan kaybettik. Anısına hürmetle “Coğrafya Kaderdir“ kitabıyla ilgili 20 Aralık 2018’de yazdığım yazımı yeniden paylaşıyorum. Mezopotamya tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı, sürekli kanın aktığı ve zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmuş değil, devam ediyor hâlâ. Mezopotamya tanım olarak iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitab-ı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar,
Arşivimde Bulunan TÖS İle İlgili Bir Fotoğraf
Fakir Baykurt 11 Ekim 1999 tarihinde aramızdan ayrıldı. Geride mücadele dolu bir yaşam ve birbirinden güzel çok sayıda eserlerini bizlere miras bıraktı. Kendisini saygı ve sevgiyle anıyorum. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile ilgili arşivimde bulunan bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum, ama önce ilgisi nedeniyle çok kısa TÖS hakkında bir açıklama yapmam lazım. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), 1962 Anayasası’nın kamu çalışanlarına sendika kurma hakkından yararlanarak 8 Temmuz 1965’te Ankara’da kuruldu. Genel başkanlığına öğretmen kökenli yazar Fakir Baykurt getirildi. TÖS’ün temel amacı; üyelerinin ekonomik, demokratik, toplumsal hak ve çıkarlarını korumaktı. 6 yıl faaliyet gösterebildi ancak. 12 Mart Askeri Darbesi sonrası, 1971 yılında TÖS’ün
“Bêje Çiyayêreş, Ceylanı Nasıl Yem Ettin Kurda”
Misbah Hicri 27 Kasım 2020’de aramızdan ayrıldı. Değerli arkadaşımı yâd etmek için daha önceleri yazdığım iki kitabına dair iki yazımı izninizle paylaşmak istiyorum. Aşağıda “Efsaneler ve Gerçekler” kitabına dair yazdığım yazıyı ekliyorum, haftaya da kısmet olursa “Coğrafya Kaderdir” kitabına dair yazımı. Selam ve sevgiler. M. Üzülmez Uğuldayan rüzgârın buz tutmuş camlara savurarak vurduğu kar tanelerinin insanın içini ürperttiği soğuk gecelerde sıcak soba başındaki anlatıcıların sesinde yankılanan masallar ve efsaneler çocukluğumuzda bizlerin yaşamına renk katardı. Gecenin karanlığında bir parlayıp bir sönen yıldızlar gibi dünyamızı aydınlatır, bizleri hayali güzel bir yolculuğa çıkarırdı. Anlatılan bu efsanelerde mutlaka anlatılmak istenen bir şeyler olurdu; anlatılanlardan
Sezai Karakoç ve Çayönü Kazıları
Sezai Karakoç, Erganili olup tanınan, bilinen bir şairimiz ve düşünce insanımızdır. Erganililer olarak kendisiyle her zaman övünüyoruz, ama O’nda düşünce olarak, kendi ulus ve dini inancının dışındaki tüm uluslara, tüm dini inanç ve düşünce sahiplerine ya da başka bir ifadeyle kendisinden olmayan herkese tam bir güvensizlik söz konusudur. O, düşünce ve geleceğinden, kendinden kuşku duymakta ve korkunç bir tedirginlik yaşanmaktadır. Bu tedirginliğin sonucu olarak tüm arkeolojik kazı ve çalışmalara karşıdır (ve Osmanlı hayranıdır). Örneğin, Çıkış Yolu adlı eserinde, bu korku ve özlemini feryat halinde haykırmaktadır: “Toprak ayağımızın altından kayıyor. Bundan haberiniz olsun, toprak ayağımızın altından kayıyor. Çünkü: bu toprağın bir
Kardeşime Gece Gelen Şiir
İnsanın kendisini, arkadaşını, tanıdığını, kardeşini anlatması hoş bir şey değil, ama bazen bu kaçınılmaz oluyor. Dün akşam bilgisayarımı açıp kardeşim Ali Haydar’ın göndermiş olduğu duygu yüklü mesajını ve şiirini okumam beni bu yazıyı yazmaya mecbur etti. Belki özlemden ve belki de daha çok geçmiş günlere gitmemden dolayı bir tuhaf oldum. Çünkü bizim aramızdaki ilişki çok farklıdır: Fırtınanın içerisinde özelleşmiştir. Yıllar önce, 1985’te yurtdışına politik eğitime gittiği zaman ardından yazdığım “Güzel Kardeşim” başlıklı uzun bir şiirimde aramızdaki bağı o zaman anlatmaya şöyle çalışmıştım: Aynı babadan aynıana rahmine düştük.Aynı memeden sütaynı tastan su içtik.…İkimizden ziyade-üç bacı üç kardaş-daha var altı baş.Seninle kardeştikolduk
Arzu Hayatın Kayıtsızlık Ölümün Belirtisidir
Günlerin ve gündemin sıkıcılığından mı, yazıların mistik ve romantik havasından ya da edebi dozajının yüksek oluşundan mıdır nedir, hikmetini anlayamadığım bir şekilde Halil Cibran’ın kitaplarına sarılmış durumdayım. İyi ki de okumaya başlamışım. Günün boğucu siyasi atmosferinin dışına çıkmak isteyenlere, “sevginin harman yerine adım” atıp “sevginin vecdini duymak” arzusu taşıyanlara Cibran’ın yazılarının ilaç gibi geleceğinden kuşkunuz olmasın. İnsan okudukça okumanın hazzına varıyor. Sanki sözcük avcısı, sözcüklere derin anlamlar yükleyerek yazıyor; yanık ve içten bir seslenişi var. Dostoyevski gibi insan ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaları anlatıyor. İsyan etmeden ama, bir ermiş gibi tevekkülle acı ve sevincin diyalektiğini sunuyor. Hayatın kardeşleri aşk, güzellik, sevgi,
Tarih Yol Arayana Doğru Yolu Gösterir
Alexandre Dumas, Üç Silahşör adlı romanında; “Hayat, filozofun küçük dertlerden oluşan tanelerini gülerek çektiği bir tespihtir” diye yazar. Pis kokuların sardığı dünyamızın halini anlamak için, Dumas’ın “gülerek” dediği şekilde değil, tiksinerek ve daha çok da düşünerek, yüreğimizde biraz sızı hissederek “dert” tanelerini gelin birlikte çekelim. Kilise Babası Lactantius, Tanrının Öfkesine Dair adlı kitabında diyor ki: “Tanrı şu dünyadan ya kötüyü atmak istiyor, atamıyor; ya atabilir, atmak istemiyor; yahut ne atabiliyor, ne de atmak istiyor; ya da hem atabiliyor, hem atmak istemiyor. Atmak istiyor da atamıyorsa, bu güçsüzlüktür, ki Tanrının özüne aykırıdır; atabiliyor da atmak istemiyorsa, kötülük ediyor demektir, ki bu
Bedros Dağlıyan ve Dengbêjin Gölgesinde Taş Meselleri
Bedros Dağlıyan’ı bir fotoğraf ile tanıdım diyebilirim. 2015’te, Ergani Tarihinin Saklı Sayfası ERMENİLER (İBV Yayınları, 2016) kitabını yazmaya başlayınca, o zaman, tanıdıklarımdan bilgi ve belge konusunda yardım istedim. Gazeteci ve şair Mehmet Oğuz kendisinin çektiği Ergani’de tahrip edilen Ermeni mezarlarının fotoğraflarını gönderdi ve ardından da Bedros Dağlıyan’ın telefonunu yazarak iletişime geçmemi önerdi. Telefon açtım. Tanıştık. İstanbul’da çalıştığı iş yerine gidip kahvesini içtim. Sohbet arasında yazmaya başladığım kitaptan bahsederek yardımını rica ettim. Elimi boş göndermedi. Gönül zenginliğiyle bana Yaya Turna(1) şiir kitabını ve bir de hiçbir yerde yayınlanmamış gerçek olaylara dair anlatımlara dayanan Zıvart’ın “o melun zamanda” nankör bir alçaktan kurtarılışını
Kumar, Dostoyevski ve Babam
Okuduğumuz bazı kitaplar bazen yazı yazma isteği uyandırır. Yıllar önce Dostoyevski’nin Kumarbaz(*) kitabını okumuştum. Eski klasikleri tekrar tekrar okuma huyum nedeniyle kitabı yeniden okudum. Ve bu yeni okumamda bazı yeni şeyler fark ettim. Dostoyevski günahkâr tabiatlı bir kumarbazdır. Avrupa’ya çıktığı seyahatlerinde kumar masalarından ender kalkar. “Kumara başladığında oyunun heyecanı başını döndürür”, tüm parasını kaybedene kadar oynar. Kumar için, “hamile karısının evlilik yüzüğünü, küpelerini ve paltosunu bile rehineciye” bırakır. Yayıncısından sürekli avans ister. Kumarda kaybettiklerini, “edebiyata dönüştürerek telafi etmeyi düşünür”. Yazı yazmak için sürekli oynar ve kumardan geriye kalan zamanlarında da durmadan yazar. Bir yazıcı (stenograf) kadın tutarak tam 29 günde