Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Muzaffer Ünal ve “Rüzgarlı Sokak”
Geçen hafta, Felsefe ve Muzaffer Ünal hakkında bir şeyler yazmıştım. Bu hafta da, Muzaffer Ünal hakkında yazılmış bir yazıya yer vermek istiyorum. Söz konusu yazı, Nurettin Değirmenci’nin yayınlanmamış anılarında, “Ankara’daki Lise Yıllarım” bölümünde, “Rüzgârlı Sokak” başlığı altında yer almaktadır. Yazıyı yorumsuz, olduğu gibi aşağıda bilgilerinize sunuyorum: “Rüzgârlı Sokak Ankara’da, okul ve kütüphane dışında zaman zaman ziyaret ettiğim yerlerden biri Rüzgârlı Sokakta bulunan bir kahveydi. Bu kahveyi, Necmettin Şeker ile ortağı Ahmet Güneş işletirlerdi. Ahmet Güneş kadar ölçülü bir insan az tanıdım. Son derece çalışkan ve sürekli hareket eden bir insandı. Necmettin Şeker’in oğlu Efendi ile aynı okula gitmiyorduk ama arkadaş
“Zordur Zorda Gülmek”
Zorda gülmek! İnsan zorda olduğunda gülebilir mi? Sevgili dostum, vefakâr arkadaşım, 1958 İzmir doğumlu, yılların usta gazetecisi Oğuz Güven’in yazmış olduğu Zordur Zorda Gülmek kitabını okuyunca, zorda olunsa dahi gülündüğüne tanık olmanın yanında; “zor yıllar”da düşü gerçeğe dönüştürme savaşımı veren 78 Kuşağı’nı da yakından tanımış olmaktayız. Oğuz Güven kitabında, 12 Eylül’le birlikte insanların nasıl acı çektiğini, ülkenin nasıl işkencehaneye dönüştüğünü, cunta ve yardakçılarının sol ve sosyalist düşünceyi “dipçikle” ezmek için nasıl çırpındıklarını, ülkemizin geleceğinin nasıl karartıldığını mizahı silah gibi kullanarak gözler önüne sermekte, bellekleri tazelemekte. Bizlere direnme ve teslimiyeti, dostluk ve ihaneti, sevgi ve nefreti, umudu-umutsuzluğu, yaşamla ölüm arasında gidip
Felsefenin Kenarından Geçen Bir Ozanımız
“Cennetle cehennemi iyi öğrendimRuh cenneti ben ise cehennemi gezdim.” -Muzaffer Ünal Felsefe, İlkçağ düşüncesinden alınan, aslı Yunanca Philosophia sözcüğünün Arapçada aldığı şekildir. Sonra aynen Türkçeye girmiştir. Eski Yunancada bu sözcük Filo-Sofia şeklinde iki sözcüktü. Filo, Sevgi; Sofia da Hikmet anlamındadır. Filo-Sofia (Felsefe)’nın sözlük manası Hikmet Sevgisi demektir. İlkçağ düşünürlerine önceleri Sofos denirdi. Sofos, hikmet sahibi demektir. Bu ismi taşıyan kimse, bütün bilgilere sahip bir kişi sayılıyordu. Sofos unvanının çok abartılı bulunması nedeniyle, onun yerine sonraları daha mütevazı bir unvan olan Filosofos, yani Hikmet Seven ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin; İlkçağ düşünürlerinden Thales (MÖ. 624-546)’in her şeyi bildiği kabul edilerek, ona Sofos
12 Eylül’ün Şair Ettiği Bir Hemşerimiz: İsa Tekin
“Bire bin veren kınalı toprak/ Gömdüm umudumu bağrına.” Ergani, yazın ve düşün bakımından bereketli bir coğrafyada bulunmaktadır. İlçe olarak taşrada, sıradan bir kasaba olmasına rağmen Sezai Karakoç, Enver Atılgan, M. Şehmus Güzel, Enver Yorulmaz gibi şair ve yazarlarıyla yazın dünyasına; Adnan Aral, Şeref Yıldız, Nusret Yılmaz, Fevzi Karadeniz, Abdurrahman Demir, Müslüm Üzülmez, Aytekin Yılmaz gibi politik şahsiyetleriyle düşünce dünyasına katkı sunabilmiştir. Ama bu katkıda şairlerin yeri bir başkadır. Çünkü şair toprağıdır Ergani: Ünlü, ünsüz birçok şairi bağrından çıkartmıştır. Birçok şair havasını solumuş, suyunu içmiştir: Sezai Karakoç, Enver Atılgan, Muzaffer Ünal, Vecdi Subaşı, Naci Gümüş, Resul Üstün, Hayri Çakmak, Eşref Üzülmez
Vital Cuinet ve Maden
Vital Cuinet hakkında daha önce, hem Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş adlı kitabımda ve hem de 22/12/2006 tarihli Ergani Haber gazetesinde yayınlanan Vital Cuinet ve Çermik başlıklı yazımda bilgi vermiştim. Ama kısaca yine değinmekte yarar var: Vital Cuinet, bir Fransız. 18. yüzyıl başlarında Duyun-u Umumiye adına Osmanlı kentlerinin ekonomik, sosyal ve kültürel envanter çalışmalarını yapmakla görevlendirilmiştir. Duyun-u Umumiy, Osmanlıya borç vermeden önce Osmanlı’nın nesi var nesi yok diye bir envanter çalışması yaptırmak istemiştir. Vital Cuinet’in yaptığı envanter çalışmaları daha sonraları 1892 yılında Paris’te La Turquıe d’Asıe Géographıe Admınıstratıve [Asyanın Türkiye’si –İdari Coğrafıya(sı)] ismi altında kitap olarak Fransızca yayınlamıştır. Yayınlanan bu
Avrupa Birliği Müktesebatının Yerel Yönetimleri İlgilendiren Konu Başlıkları
GİRİŞ Evrensel insanî değerler, evrensel yasaların ürünüdür. Keyfi idare yerine yasaların işlemesi, kurumların gerçek birer kurum olması ancak evrensel yasaların egemen olması ile mümkündür. Evrensel yasaların oluşması açısından Avrupa Birliği üyelik müzakereleri bu konuda atılan önemli adımlardan biridir. Hükümetin kurulmasından sonra gündemi meşgul edecek konuların başında yeni bir anayasa paketi ile birlikte Avrupa Birliği üyelik çalışmaları olacaktır. Avrupa Birliği, yanlışları ve doğrularıyla, kurumlarla yönetilen ülkelerin bir araya geldiği ülkeler topluluğudur. Bizde, kurumlar veya bireyler ya Avrupa Birliği’ne karşı toptan retçi ya da olduğu gibi kabul edici bir tutum içinde. Oysa ret veya kabul etmeden önce AB’nin ne olduğunu anlamanın daha
Amidalılar/ Sürgündeki Diyarbekirliler
“Sürgün her yerde yalnızdır!”-Victor Hugo Amidalılar/ Sürgündeki Diyarbekirliler, hemşerimiz Şeyhmus Diken’in İletişim Yayınları’nca yayınlanan yeni kitabının adı. Kitap, 6 yıl önce başlanan ve üç kitap dizisi olarak tasarlanan kitapların sonuncusu: İlki Diyarbekir Diyarım Yitirmişim Yanarım, ikincisi İsyan Sürgünleri, üçüncüsü de Amidalılar. Şeyhmus Diken, Amidalılar’da 12 Eylül sürgünü ve Diyarbekirli olmayı ölçüt alarak yerel ve sözlü tarihin doğaçlama yöntemini kullanıp 12 Eylül sonrasında veya arifesinde Diyarbakır’dan “gitmek” zorunda kalan veya çoğu 20 yıla aşkın süre gurbette yaşayan Kürt siyasi mültecilerle, başka bir ifadeyle Diyarbekirli olan sürgün şahsiyetlerle, siyasal tercih ya da her hangi bir ayrım gözetmeksizin ulaşabildikleriyle yaptığı söyleşileri bir araya
“Boş Zaman Yoktur, Boşa Geçen Zaman Vardır”
Geri kalmış toplumlarda zaman kavramı yoktur veya çok az gelişmiştir. Toplum olarak genelde zaman hovardasıyız. Okuma alışkanlığımız pek fazla değil; yazma alışkanlığımız ise hemen hemen yok gibi. Çalışan insanlarımızın çoğu zaman darlığından, vakitlerinin olmayışından şikâyet edip kitap okuyamadıkları mazeretine sığınır. Ayni mazereti işyeri sahipleri de ileri sürer. İşsizler zaten okumaya hiç zaman(!) bulamaz! Çok kişi de okuma ve yazma konusunda ya henüz daha okuma-yazma yaşına gelmediğini ya da artık yaşının çok ilerlediğini, yaşlandığını ileri sürerek bahaneler uydurur. Oysa okuma-yazmanın ne yaşla ne de zamanla doğrudan bir alakası var. Bu yazımda yaşanmış gerçek yaşam öykülerinden örnekler vererek, okuma-yazmanın yaş ve zamana
“Bira mı, Ekmek mi Tartışması”na İlişkin Aldığım Mektuplar
Geçen hafta Ergani Haber’de “Braidwood’un Bira mı, Ekmek mi Tartışması” başlıklı yazım yayınlandı. Yazı daha önce bir Web sitesinde yayınlanmıştı. Web sitesindeki yayından sonra elektronik postayla yazıya ilişkin birkaç mektup aldım. Bu mektuplardan beş tanesini yorumsuz bilgilerinize sunmak istiyorum. Ayrıca, eleştiriye her zaman açık olduğumu, olumlu veya olumsuz sizlerden gelecek eleştiri, öneri ve düşünceleri en iyi şekilde değerlendireceğimi de bilmenizi istiyorum. Aldığım mektuplardan birkaçı:1. Mektup:Sevgili Müslüm Bey,Yolladığınız not ve ekteki yazınız için teşekkür eder, aynı zamanda, birçok meslektaşımızın ulaşamadığı üst düzeye vardığınız için de ayrıca kutlarım. Bence çok güzel toplamışınız.Ben size bir kaç yayın adı daha vereyim, ileride işinize yarayabilir:1)Katz,
“Bir Gün Mutlaka”
Bu hafta, Hayri Çakmak’ın gönderdiği “Bir Gün Mutlaka” yazısını sunmak istiyorum. “Bir Gün Mutlaka“, umudunu tüketmeyenlerin haykırışıdır. Ve inanma arzusunu en iyi dile getiren bir ifadedir. İnanma arzusu, insanlarda en derin arzu türüdür. İnsanlar, bir gün her şeyin “mutlaka” daha iyi olacağına inanmak ister. Bu arzu, insanları zorluklar karşısında, imkânsızlıklar karşısında ayakta tutar. Bu, insanın doğasında olan bir şeydir. İradeye bağlı eylemler, davranışlar, arzu, niyet ve amaçlar kontrol altında tutabilir, ama inanmadan edemez insan. Tanrıya, anaya, babaya, öğretmene, imama, komutana, partiye, lidere, adalete, hukuka, devrime, dosta, arkadaşa, sevgiliye… inanır veya en azından inanmak ister. Bu nedenle olacak ki, La Fontaine;