Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Doğu-Batı Farkı ve Yasaların Güçsüzlüğü
“Evrensel ölçülerle değerlendirme yapmayanların konuşmaları sinek vızıltısına benzer.” Batı, rekabet ve kontrole; Doğu, geleneksel olarak işbirliği ve güvene dayanır. Avrupa’da bilgi birikimi ve ürün artışı ile orantılı olarak 15. yüzyıldan sonra insanlar birey olmaya başladı. Batı, bilgi birikimi ve ürün atışını Kartezyen Sistemi sayesinde gerçekleştirdi. Yüzyıllar içinde artan bilgi, beceri, ölçü ve ürün artışı sonucu, “İnsan değerlidir” düşüncesi ağırlık kazandı ve yaygınlaştı. İnsanlar, kendilerine, ailelerine, yakınlarına ve giderek hemcinslerine ve devletine ölçülü değer vermeye başladı. Sonuçta: Bireyleşti. Batı’da genelde her birey kendisiyle aynı konum veya işlere sahiptir, birey olarak bir kimlikleri vardır. Doğu’da ise, genel olarak davranışların tümünü ilişkilerin nitelik
Bagürlü Bir Şairimiz: Eyyüp Aras
Şairi bol ilçeyiz; bu, bizler için onur verici bir şey. Bu hafta, Eyyüp Aras’ı sizlere tanıtmaya, şiirlerinden örnekler vermeye çalışacağım. Eyyüp Aras; 1969 Ergani/Bagür’da doğdu. İlk öğrenimini Ergani Atatürk İlköğretim Okulu’nda tamamladı. Orta öğrenimini 1979-1980 döneminde Diyarbakır İmam Hatip Lisesi’nde okurken maddi imkânsızlıklar ve ailevî nedenlerden eğitimini yarıda keserek Ergani’ye döndü ve Ergani Ortaokulu’nda eğitimine devam etti. Buradan mezun olduktan sonra, Ergani Endüstri Meslek Lisesi’nde eğitimini tamamladı. Lise dönemi ile sonraki yıllarda folklorla ilgilendi ve bir süre folklor eğitmenliği de yaptı. Askerlik nedeniyle, folklor eğitmenliği çalışmasına ara verdi ve folklora olan ilgi azalınca da bu mesleği bıraktı. Şu anda Diyarbakır’da
St. Petersburg’da Bayram, Noel, Yılbaşı ve…
GidişOğlum Ozan’ın isteği üzerine Kurban Bayramı ve Yılbaşı’nı St. Petersburg’da ailece birlikte kutlamaya karar verdik. Ben ve eşim 20 Aralık’ta İstanbul’dan, Utku da Diyarbakır’dan İstanbul’a gelip 24 Aralık’ta St. Petersburg’a hareket edecek şekilde gerekli vize ve uçak biletlerini ayarladık. 20 Aralık 2007’de Kurban Bayramı sabahı inanların çoğu Bayram Namazı’nı kılarken; ben ve eşim, ufak bir kahvaltı yaparak Bayram Namazı daha bitmeden, sokaklar tenhayken bir taksi ayarlayıp havaalanının yolunu tuttuk. Bagaj ve bilet işlemlerini sorunsuz hallettikten sonra, saat 12.15’te Rus Havayollarına ait bir uçakla 15 dakika gecikmeli olarak St. Petersburg’a havalandık. Rus Havayollarına göre Türk Hava Yolları bir adım önde. Örneğin:
Sofibekirler ve Bilgi Kırıntılardan Tarih Yazmak
Geçen hafta Ömer Kemal Ağar’ın 1938 yılında İstanbul’da Ülkü Basımevi tarafından basılan Maden İli kitabına değinmiştim. Özetle, kitabın ırkçı, Turancı bir anlayışla kaleme alındığını, ama başta Maden olmak üzere Bölgeyle ilgili bazı verileri de içerdiğini yazmıştım. Bu kitapta beni birinci derecede ilgilendiren bir bilgi de var. Diyor ki: Osmanlılar zamanında; “Bakır madeni etrafını Eğil ve Çermik hâkimleri muhafaza ve müdafaa ederlerdi. Bunları tayin etmek ve azleylemek hakkı maden eminlerine verilmişti. Geban ve Ergani madenlerine giden hazineyi salimen götürmek vazifesi Dedeşli, Selmanlı, Çoşkurutlu, Ayhanlı, Sofiler (siyahlaştırma bana ait.- M. Üzülmez) ve Kulikak cemaatlerine verilmişti.” (s: 42) Burada bahsi geçen Sofiler kimdir?
Ergani Tren İstasyonu Açılalı 80 Yıl Oldu
gece oluncakaranlık gecelerin o kalbe işleyen sessizliğinde;sevgilileri kavuşturan, sevgilileri ayırandünya’nın bir ucundan gelip, başka bir ucuna gidenve her ergani istasyonu’ndan geçtiğindeyüreğimden bir parçayı da birlikte götürenkara trenlerin sesini hiç dinlediniz mi? Ergani İstasyonu/Tren Garı 15 Kasım 2007 tarihinde 80. yılını tamamladı. Ergani İstasyonu’nun/Tren Garı’nın 80 yıl önce hizmete girdiğini kaç kişi biliyor acaba? Ergani’ye ilk tren geldiğinde insanlarımız hayretleriyle birlikte treni şöyle tanımlamışlardı: “Ne iteleyeni, ne çekeni var. Demir evler, demir raylar üzerinde kendi kendine gidiyor.” Diyarbakır-Ergani-Elazığ-Pertek demir yolu hattı yapımında, babamın amcası Zekeriya Üzülmez ve onun ustası Ermeni Xaço Usta’nın azımsanmayacak emeği vardır. Bu iki inşaat ustası, tünel ve
Bir Neyzenimiz: Ergün Sönmez
“Duy şikâyet etmede her an bu ney,Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.Der ki feryadım kamışlıktan gelir,Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.Ayrılıktan parçalanmış bir yürekİsterim ben, derdimi dökmem gerek.Kim ki aslından ayırmış canını,Öyle bekler, öyle vuslat anını.…Ney sesi tekmil hava oldu ateş,Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!”(Mevlana Celaleddin Rumi) Mevlana’nın neyle ilgili bu güzel şiirinden sonra, birazcık ney ve neyzen hakkında bilgi verip sonra da bir neyzenimizi tanıtmaya çalışacağım. Ney sözcüğünün etimolojisi ve tarihçesine baktığımızda şunu görürüz: Sümerce’ den Farsça’ya geçen “nâ” veya “nay”; kamış, kargı anlamlarına da gelen çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan
“Dünya Kadınlar Günü”nün Hikâyesi ve 1978 Diyarbakır Kutlaması
Bu yazımda önemli günlerden biri olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nün ortaya çıkış sürecine ve Türkiye’de ki kutlanışına kısaca değinmek istiyorum. 16. yüzyılda başlayan yeni tarz üretim ilişkileri 18. yüzyılda olgunluk noktasına vardı: Feodal üretim biçiminden kapitalist üretim biçimine geçildi. Kapitalizmin egemen üretim biçimi oluşuyla, birçok sorunla birlikte, kadın sorunu da gündeme girdi. Kadın sorunu konuşulup yazılmaya başlandı, ama kadının “kurtuluşu” düşünülmedi. 1830’lara gelindiğinde Saint Simoncular ve Fourierciler, Fransa’da kadınların ve proleterlerin kaderlerinin birbirine bağlı olduğunu savlayarak kadın sorununu sosyalist teorinin ayrılmaz parçası haline getirdiler. 1844’te Marx ve Engels Kutsal Aile adlı yapıtlarında; Fourier’in, “kadının kurtuluş derecesi, genel kurtuluşun doğal
“Seher Gitti”
Aşk, insanı belli bir varlığa, bir nesneye ya da evrensel bir değere doğru sürükleyen gönül bağı; sevginin en üst aşaması, bir ütopya, bir tutku ve aynı zamanda derunî bir gönül halidir. Her ne kadar Nietzsche ve Schopenhauer aşkı, soyunu sürdürmek amacıyla insana kurulmuş olan “hoş ve bilgece bir tuzak” olarak görseler de; Descartes ve Spinoza, aşkı, yaratıcı ve yüce bir güç olarak düşünmektedirler. Dante, belki de bu nedenden dolayı güneş ve yıldızları hareket ettiren aşktır demektedir. Mevlana ise; “Varsın âşık günaha girsin, hoş gör/Sevda şarabından içmiş-arlanmaz” demektedir. Şu veya bu nedenle olsun: İnsan sevmeli. İnsan sevince, kuşlar daha candan öter,
Derinden Gelen Sessizliğin Patlaması: “Sus/Kuyu/Su”
“Şair zar tutsa da şiir hile yapmaz…” Günümüzde şair çok, ama şiir yok. Uzun süredir güzel bir şiir kitabı okumamıştım. Mehmet Oğuz, şiirleriyle, Sus/Kuyu/Su kitabıyla bana bu zevki tattırdı. Kendisine teşekkür ederim. Şiirlerde her sözcük düşünülerek, uzun bir zaman diliminde yoğun bir emek sarf edilerek yazılmış. Anlatım, sözcüklerin dizilimi, dizelerin yapısı, şiirlerin sıralanışı ve estetiği tek kelimeyle mükemmel. Şiirlerin bir bütünsellik taşıması, yazım hatalarının olmayışı, düzgün bir Türkçeyle yazılması ve hemen hemen hiç noktalama işaretlerinin kullanılmaması şiirlere ayrı bir güzellik kazandırmış. Şiirlerinde felsefi bir derinlik var: Dinsel, kutsal metinlerde/kitaplarda yer alan sözcüklerin kullanımında isabet ve ustalık söz konusu. “[M]ürekkebin buhuruna
Osmanlıca Öğrenmek İsteyenler İçin İki Önemli Yeni Kitap
1923’te TBMM açıldı. 1924’te Öğretim Birliği yasası çıkartıldı. 1928’de Türkçe “Resmi Dil” olarak kabul edildi. 1929’un ilk günü bizzat Atatürk’ün emir ve çok yönlü katkılarıyla “Harf Devrimi” yapıldı: Arapça harfler yerine, Latin harflerinden oluşan Yeni Alfabe kabul edildi. Öğretim Birliği yasasının çıkışı, Türkçenin “Resmi Dil” oluşu ve Yeni Alfabe’nin kabulüyle; “Resmi Dil” ve Yeni Alfabe dışındaki eğitim-öğretim, yani Arapça/Osmanlıca yasaklandı. Devlet kayıtlarını Osmanlıca yazımı dönemi sona erdi. Tek parti döneminde yasak öyle ileri gitti ki, esas görevi bilimsel çalışma ve araştırma olan üniversitelerde bile, -hiç değilse Osmanlıca bir bölüm açılarak- Osmanlıca öğretilmedi. Yasaklamaların ardından, geçmişle var olan ilişkiler birden koptu.