Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Anılar Roman Olur
Her insanın hayatı bir romandır, ama her insan kendi hayatını, romanını yazamaz. Ancak, Hatun Ateş Kurt okuyucuların karşısına bir anı-romanla çıkıyor. Yazar, Bir Yerde Bir Şeyler Eksikti(*) adlı kitabında öğrenciliği ve öğretmenliği nedeniyle Ergani’den (Diyarbakır) yola çıkıp değişik zaman dilimlerinde doğudan batıya, batıdan doğuya gittiği yerleri; kendisini, ailesini, arkadaşlarını, eğitim camiasını, bürokrasiyi, memlekete dair sorunları, kısacası yaşadığı anıları güzel bir kurguyla anlatıyor. Roman, kendisini okutturan türden. Sade, edebi bir anlatımı var. İyi bir kurgu içerisinde, günlüklerin gözden geçirildikten sonra yeniden yazılmışçasına bir his uyandırıyor. Yazar eserinde 12 Eylül, anadilde eğitim, kadının yeri gibi pek çok toplumsal konuyu sorgularken, karamsarlığa yer
Bir Güzel İnsan Daha Bizleri Bırakıp Gitti…
22 Kasım 2009 günü Ergani’nin tanınmış siması, sevilen insanı Abbas Solmaz’ı yitirdik. Abbas Solmaz, tanınan ismiyle Cemekli Abbas yıldız olup gökyüzüne aktı. Bir baba dostunun vefatının ardından bir şeyler yazmak zor olsa da, farklı ve renkli bu güzel insanı anlatmak istiyorum. Cemekli Abbas’a “Dayı” derdim. Sadece ben değil, aslında Ergani’de veya nerede olursa olsun, onu tanıyan bütün gençler ona Dayı derdi. Ama benim Dayı demem diğerlerinden biraz daha farklı ve anlamlıydı. Çünkü o, kendine özgü biriydi, babamın en iyi arkadaşıydı, dahası akrabamızdı. Kendisiyle kahvelerde, taş işçiliğinde zaman zaman birlikte çalışmışlığımızda oldu. Onu birazcık olsa da anlatmam bir vefa borcunun ödenmesidir.
“Bir Yerlerde Bir Şeyler Eksikti”(*)
“Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.” –Andre Gide Her insanın hayatı bir romandır, ama her insan kendi hayatını, romanını yazamaz. Roman yazmak yetenek ister, beceri ister. Hatun Ateş Kurt kendi anı-romanını yazarak, bu konudaki beceri ve yeteneğini kanıtlayıp bizlere güzel bir roman armağan etmiştir. Hatun Ateş Kurt; anı-romanında öğrenciliği ve öğretmenliği nedeniyle Ergani (Diyarbakır)’den yola çıkıp değişik zaman dilimlerinde doğudan batıya, batıdan doğuya gittiği yerleri; kendisini, ailesini, arkadaşlarını, eğitim camiasını, bürokrasiyi, memlekete dair sorunları, kısacası yaşadığı anıları güzel bir kurguyla anlatmaktadır. Anlatımı toplumsal tarihimizden bazı kesitleri sunmakta; tarihimizin bir dönemine ayna tutup, kendi geçmişimizle bizleri yüzleştirmektedir. Roman, kendisini okutturan
İlk “Ergani Yürüyüşü”
Ergani ilçesinde 1965 yılında ilk yürüyüşte halk sokağa dökülmüştü. Ergani ilçesindeki bu ilk yürüyüşü değerlendiren Şehmuz Güzel, ilçede ilk yürüyüşü nasıl yaptıklarını, siz değerli okuyucularımızla paylaştı. Ergani İlçesinde 1965 yıllarında asker uğurlama sırasında onlarca kişi traktöre binip sevinç gösterisi yaparken, Traktörün devrilmesiyle onlarca kişi yaralanıyor. Onlarca kişi yaralı olarak o yıllarda sağlık ocağına götürülmek isteniliyor. Araç olmadığından kimileri kendi olanaklarıyla yaralı taşıyor. Kazanın olduğu sırada ilçe kaymakamına ait eski bir jip oradan geçerken, vatandaşlar durdurmak istemiş. Ancak kaymakamın içinde bulunmadığı, makam şoförü “araç kirlenir” deyip kaza mahallinden uzaklaşmış. 1965 yılında başlatılan ilk “Ergani Yürüyüşü” nü kaleme alan Müslüm Üzülmez ve
Karikatürcüler, Karikatür ve Lütfü Çakın
“Bal suyu tatlıdır, şeker iyidir, ama kitabın tadı ikisinden de iyidir” –Turof Piskoposu Kiril Karikatürcüler söz ve yazı boyutundan sıyrılıp çizgilerle insanların hayal dünyasını zorlayarak zengin içerikli mizahla örülü eleştirici bir bakış açısıyla yalın olarak çizgilerin diliyle bizlere bir şeyler anlatırlar. Bazen iğne ve bazen de çuvaldız batırırlar çizgileriyle. Tabi burada çizgilerin biçimi kadar, çizgilerin sahip olduğu ruh da bir o kadar işlevseldir. Karikatürcünün çizgisi hele bir de sözle birleşip derinleştiği zaman, kocaman kayalar ve yaban hayvanları bile düşünüp gülebilirler. Karikatürcüler her şeyin karikatürünü yapar. Peki, karikatürcüler karikatürcülerin karikatürlerini yapar mı? Evet. Karikatürist Lütfü Çakın, Nisan 2009’da Etki Yayınevi‘nce yeni
Bahar, Gül ve Bir Mayıs
Bir gülistândır hayalim dil şüküfte bülbülOl gülistânın latîf âb-ı revândır sözüm.-Nef’î Bahar geldi… Mayıs, Kürtçe ismiyle Gulan ayına girdik. Mayıs, gül ayı, insanın kanının kaynadığı aydır. Gül, kokusunu hiçbir şey beklemeden dünyaya sunar ve ben güllerin kokusunu duyar gibiyim: Elimde olmadan, bu koku, beni benden alıp, eski zamanlara götürüyor. Eskiden çok güzel güllerimiz vardı. Gülbaran‘da gül açtığında, etrafa kokular saçılırdı. Gül çiçeğinin yaprakları su dolu şişelere konulur, içerisine de azıcık limon tuzu atılarak şişelerin ağzı kapatıldıktan sonra güneşe bırakılırdı. Şişeler 15-20 gün güneşte kalınca, gül rengini şişe içersindeki suya verir, rengi kırmızılaşır veya pembeleşirdi. Sonra bu gül suyu bir tülbent
Tokat Seyahatimden Notlar
“Ve gölgeler indi gökyüzünden bir gece yarısı…Dağıldılar tespih taneleri gibi dünyanın dört bucağına. Kimi bir ovayı mesken seçti kendine; kimi bir dağ başına kuruldu bütün heybetiyle. Tıpkı Tokat Kalesi’nde olduğu gibi…” -Emine Sarıkaya Tokat’ta askerlik yapan oğlumu görmeye gittim. 21.02.2009 günü İstanbul Esenler Otogarı’ndan otobüsümüz hareket etti. Hava yağışlı ve soğuktu. Otobüs, Bolu’ya kadar firmanın yazıhanelerinin olduğu yerlerden, yol kenarlarından müşteri toplamak için ha bire durup kalktı. Yolculuk boyunca saat 24’e kadar televizyonun ne sesi kısıldı, ne de kendisi kapatıldı. Yüksek sesin yanında; kanallar arası zıplamalar, otobüsün yönünün değişmesiyle “sinyal yok” uyarı yazıları dayanılmazdı. Açıkçası televizyon işkencesi çektim. Benim bildiğim
Valentine ve Hazreti Süleyman’ın Aşkı
Çok eskiden Yakındoğu’da, Mezopotamya’da, Ortadoğu’da, Anadolu’da ve Avrupa’da baharın gelişinde bereket ve verimlilik şenlikleri düzenlenirdi. Bunlardan biri de Eski Roma’da her 14 Şubat’ta Lupercalia Festivali kutlamalarıydı. Lupercalia, temelde tensel zevklerin kutsanması anlamını taşır. Lupercalia festivalinde şölenler verilir, içkiler içilir, herkes kendisine uygun bir eş bulup tensel ilişkiye girerdi. Papa Gelasius, MS. 494′te bu festivali “sapkınlık” olarak nitelendirdi, ama pek dinleyen olmadı. Bunun üzerine Lupercalia festivalini “Bakire Meryem’in Arınması” bayramına çevirdi; ardından, MS. 495′te de bu pagan festivalini tümden yasakladı. Aşka, sevgiye, cinselliğe dair ne varsa hepsine savaş açtı. Ama yine de bütünüyle festivalin izlerini yok edemedi. Bu savaşın bir sonucu
“Tarihin Adı: Urfa”
“Yasaklı levhalar anlatır gerçeği” -M. Hicri Urfa; tarihin, uygarlıkların, inançların, kimliklerin harmanlandığı gizemli kadim bir kenttir. Gizemli kadim bu kenti, Misbah Hicri’nin kaleme aldığı Tarihin Adı: Urfa adlı eserle tanımaya çalışmak, hem zevkli ve hem de öğretici: Kitap, “Mezopotamya’nın tarih kokan, kanla sulanmış, medeniyet ve uygarlıkların can bulduğu toprakları, ağıt, ezgi ve hawarları yanında güzelliğini, görkemini, kadim sevdasını” anlatıyor. Misbah Hicri, on parmağında on marifet olan bir arkadaşımız: Şairdir, yazardır, gazetecidir. Çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmaktadır. Bildiğim kadarıyla Tarihin Adı: Urfa kitabının dışında, Mutluluk Uğruna (Şiir), Harran Şiirleri-I (Antoloji), Harran Şiirler-II (Antoloji) ve Çığlığa Duran Sözler (Şiir) adlı yayınlanmış
Bir Ziyaretin Düşündürdükleri
15 Eylül 2008 günü Çapa Tıp Fakültesi Dâhiliye Bölümü 403 nolu odada hasta yatan Nail V. Çakırhan ve kendisine refakat eden eşi Prof. Dr. Halet Çambel’i ziyaret ettim. Nail Bey yatakta, sırtı duvara dönük kolunda serum takılı, arada sırada ki inlemelerinin dışında hiçbir harekette bulunmadan yatıyordu. Yarım saatlik ziyaretim sırasında bu vaziyeti hiç değişmedi. Durumunu sorduğumda, Halet Hanım, vücudunda enfeksiyon olduğunu, enfeksiyonun kaynağının henüz saptanamadığını açıkladı. Halet Hanım’a kendisinin nasıl olduğunu sorduğumda ise, kendisinin iyi olduğunu, uzun süredir Nail Bey’in sağlık sorunlarıyla ilgilendiğini belirtti. Halet Hanım’ı ilerlemiş yaşına rağmen gözlerinin içinin güldüğünü, canlı, zekâsının ise pırıl pırıl olduğunu gözlemledim. Gözlüksüz