Önsöz Bilime, edebiyata, sanata değer katan tüm erdemli insanların anısına… Felsefe ile matematik abi kardeş gibidir. Bu kardeşlikte zaman zaman felsefe, düşünce anlamında matematiğe ağabeylik yapar. Düşüncenin hayat bulmasını da küçük kardeş matematik sağlar. Zaman zamanda çözüm ve önerilerle matematikte felsefeye yol
Aşık İhsanî: “Ağalı Dünya”ya Başkaldıran Ozan
Aşık İhsanî 21 Nisan 2009’da aramızdan ayrıldı. Bizi bırakıp gideli bir yıl oldu. Ölüm yıldönümünde bu yiğit devrimci ozanımızı anmak ve elime yeni geçen, ama şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmamış bir fotoğrafını gün yüzüne çıkartmanın sevincini paylaşmak istiyorum. Yaşam öyküsünü uzun uzun anlatacak değilim. Aşık İhsanî, 1932 yılında, karpuz tadında tatlı insanların çok, bu yiğit insanların ağız tadını bozmak için en kuytu ve çok derin mekânlara sinmiş zehirli akreplerin de hiç eksik olmadığı kara surlarıyla bir eşi benzeri daha olmayan kadim direniş şehri Diyarbakır’da doğdu. Gerçek ismi: İhsan Sırlıoğu’dur. O, sanat yaşamına 1958 yılında, Ankara Radyosu “Yurttan Sesler” programının şefi
Masalını Yitiren Dev, Adnan Binyazar ve Dicle Köy Enstitüsü
Dicle Köy Enstitüsü mezunu Adnan Binyazar, Masalını Yitiren Dev(*) anı-romanında masalını yitiren dev ya da devini yitiren masal gibi çocukluğunun peşinde koşarken, bizleri de 1940’ların yoksun ve yoksul yıllarına götürüyor. Masalını Yitiren Dev anı-romanı, Adnan Binyazar’ın çocukluk ve ilk gençlik anılarından oluşuyor. Eserinde Çermik, Diyarbakır, Ağın, İstanbul, Ağın, Diyarbakır ve en son Ergani’de Köy Enstitüsü’nde noktalanan çocuk yaştaki onurlu buruk serüvenini güzel edebi akıcı bir dille anlatıyor. Diyarbakır’da başlayan, yoksulluk içinde geçen bir çocukluk, dağılmış bir aile, çocuk yaşta girilen çalışma hayatı, acımasız koşullar… ve pes etmeyen bir yürek. Yazar, bu eseriyle aynı zamanda 1940’ların Diyarbakır, Ağın ve İstanbul’una, daha
Güzel’den Güzel Bir Kitap: Ergani Yürüyor
“Yenilenlerin tarihidir bu anlatacağımtarihleri anlatılmayacak olanların tarihi.” -Francis Combes Toplumsal tarihimizde Ergani’nin önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Çünkü toplumsal uyanışın yaşandığı ilk yerlerden biridir Ergani. 1960’lı yıllarda yapılan Kımıl Mitingi, Elektrik Yürüyüşü, Lise Boykotu, TÖS’ün Türkiye çapındaki boykotuna katılım eylemi, DDKO ve TİP’in faaliyetleri; ve asker uğurlamada meydana gelen trafik kazası sonrasındaki devletin sorumsuzluğunu -“devlet otoritesini” protesto yürüyüşü bunun kanıtlarıdır. M. Şehmus Güzel, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı –TÜSTAV yayınlarınca yayınlanan 48 sayfalık “Ergani Yürüyor” anılar kitapçığıyla; bizlere bu kanıtlardan birini, o güzel günlerin hikâyesini anlatmakta; toplumsal uyanışımızın anılarda kalmış ve neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir kesitini sunarak hafızalarımızın tazelenmesine
Tarih, Hilar’daki Yer İsimleri ve Aldığım Bir Mektup
Tarihin şafağında Hilar vardır. Bölgemizin on bin yıllık tarihine baktığımızda; aynı coğrafyada, birbirinden farklı, hatta birbirlerine karşı duran pek çok kültürel, etnik ve dinî oluşumun değişerek, birleşerek, dağılarak ve sonra yeniden ve yeniden bütünleşerek, geçmişten geleceğe yaptıkları kanlı ve coşkulu yolculuğuna tanık oluruz. Ne de olsa bölgemizin içinde yer aldığı Mezopotamya, dinlerin bereketli ve hareketli döl yatağı ve Tevrat’ta yazıldığı gibi “kendi halkını yiyenlerin toprağı“dır; birçok inanış ve etnik topluluğun mezarıdır. Mezopotamya, yükselme ve düşüşün, büyüme ve tükenmişliğin; yorgunluğun, yaşlanmanın, itaatkârlığın, dinamizmini yitirmenin ve bir volkan gibi her an yeniden patlamanın; sürekli savaşların, bir anlamıyla da av ve avcıların coğrafyasıdır.
“Dünya Anadil Günü” ve Dillerin Korunması
“Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” –Antti Jalava İnsanlar günlerinin önemli bir kısmını konuşarak geçirir. Her normal insan konuşma yeteneğine sahiptir. Genel hatlarıyla konuşmaya “programlıdır“. Bebekler, önceden öğrenmeseler de ağlayarak iletişim kurar, bunun dışında insanlar ancak öğrenerek bir dili konuşabilir. Bu yüzden her normal çocuk kendi kültürünün dilini öğrenir. Dil, en temel ve gelişmiş insan iletişim sistemidir. Daha açık bir ifadeyle, belirli kurallara göre bir araya getirilmiş sesleri ve işaretleri kullanarak gerçekleştirilen simgesel iletişim sistemidir. İnsanoğlunun hayatta kalma mücadelesinde kullandığı başlıca yöntemdir. İnsanların kullandıkları herhangi bir
Genç Bir Şairimiz: Baran Üçer
27 Kasım ve 5 Aralık tarihleri arasında bir kaçamak yapıp Bayram’da Ergani’ye gittim. Ergani, Çermik ve Diyarbakır üçgeninde gezindim. Doğup-büyüdüğüm yerlerin havasını soluyup annemi, kardeşlerimi, yeğenlerimi, bazı akraba ve dostlarımı ve aile mezarlığında babamın, dedemin, nenemin… mezarlarını ziyaret ettim. Bana, bu kısa ziyaretim esnasında güzel iki şiir kitabı armağan edildi: Remzi Ocak adlı kardeşimizin Ocak Şiirleri adlı kitabı ile Baran Üçer kardeşimizin Tutanaktır adlı kitabı. Anlaşılan her gün bir yazar veya şairimizin bir kitabı yayınlanıyor. Bu konuda Erganililer olarak çok şanslıyız. Hiçbir ilçenin bu kadar kitap yazan yazarı, çizeri, şairi, düşünce insanı yok, olmamıştır. Bu, toprağımızın, tarihimizin bereketli oluşundan kaynaklanıyor.
“Her Dil Tarihin Arşividir”
10.01.2010 tarihinde İstanbul Galatasaray’da Garaj İstanbul adlı mekânda Süryanice dili ve el yazmacılığı geleneğiyle ilgili yönetmenliğini Hakan Aytekin’in yaptığı “yarına bir harf” belgesel filminin gösterimine ve “dil” temalı sergiye çağrılı bir davetli olarak katıldım. Sergiye gittiğimde sergi salonu düzenlenmiş, davetlilere pasta ve içecek servisi yapılıyordu. Sergideki eserler inceleniyordu. Davetlilerin birçoğu ise belgeselin gösterileceği toplantı salonunda yerlerini almıştı. Salondaki tüm sıralar doluydu. Serginin hemen ardından, Süryanilerin ruhani lideri metropolit Yusuf Çetin’in salondaki yerini almasıyla toplantı başladı. Etkinliğin düzenleyicisi Özcan Geçer çok kısa bir konuşma yaparak gelenleri selamlayıp teşekkürlerini bildirdi. Ardından sözü Hakan Aytekin’e verdi. Hakan Bey’de teşekkür edip, çalışmasının bir “yol
İyi ve Kötü, Işık ve Karanlık, Yaşam ve Ölüm
Bizleri yılan ve akreple dolu karanlık odalarda terbiye etmek istiyorlar. Plan üstüne planlar yapılıp yaşamımızda ışık ve gül olmasını istemiyorlar. Kafeslenip mahkûm edilerek, dünyamız karartılarak, zindanda yaşamamızı istiyorlar. Işığın özgürlük, gülün barış olmasından dolayı ışıktan korkuyorlar, gülden nefret ediyorlar. Kana ekmek doğruyorlar. Kanı kanla yıkamaya çalışıyorlar. İnsanları kafeslerde yaşatmak istiyorlar. Bir avuç elit ülke nimetlerinden sadece kendileri nasiplenmek istiyor. Üretmeden, tüketmek; asalakça, üretenlerin kazancına ortak olmak istiyorlar. Ve mal üreteni, hizmet üreteni, bilgi üreteni de küçümsüyorlar. Her şeyin eskisi gibi sürmesini istiyorlar. Değişime karşı direnerek, hem kurumları, hem toplumu çürütüyorlar. Bunun için entrikaya, yalana dolana sarılıyor; karşısındakini karalıyor ve zehir
“Konuşan Fotoğraflar”
“İşgalcilerin kül ve enkaza çevirdiği kentlerin ve külün içindeki közün fotoğrafını çekiyoruz.Serin dağ başlarında konuklarını bekleyen rüzgârın, kayalarda ağlayan suların, bize birlikte yaşamayı öğreten ağaçların fotoğrafını çekiyoruz.” -Mehmet Özer Konuşan Fotoğraflar bilgisayar marifetiyle oluşturulmuş bir animasyon sonucu konuşan fotoğraflar değil; ülkesinden ayrı düş(ürül)müş bir şairimizin, Adil Okay’ın değişik zaman ve mekânlarda siyah-beyaz çekmiş olduğu fotoğraflardır. Asya, Afrika ve Avrupa’da çekilmiş bu fotoğraflar Ütopya Yayınları tarafından (Kasım 2008’de) Konuşan Fotoğraflar adıyla kitap olarak yayınlandı şimdi. Kitapta yer alan fotoğraf, fotoğraf altı yazı ve şiirler Adil Okay’ın 25 yıllık sürgünlüğüne ve bulunduğu yerlerdeki gözlemlerine tanıklık etmekte. Kül ve “külün içindeki közün” fotoğrafını
Şiirin Tarihine Çok Kısa Bir Bakış ve “Ocak Şiirleri”
Şiir soyludur. Geçmişi çok eskilere dayanır. Eski Roma ve Yunan’da seçkin bir yeri vardı. İslâm öncesi Arabistan’da ise, şiir çok gelişkin olup, aristokrasiye özgü bir ayrıcalık sayılırdı. Özellikle Mekke kentinde şiir yarışmaları düzenlenir ve yarışmayı kazanan ilk yedi şiir Kâbe’nin duvarına asılırdı. Müslümanlığın ortaya çıkışı sürecinde de bu gelenek devam etmiştir. İslâmi düşüncenin egemen oluşuyla bu geleneğe son verilmiş, ama şiir Müslümanlıkta bir savaşım (cihâd) aracı olarak hep kullanılmıştır, asla küçümsenmemiştir. Berâ’nın naklettiği bir hadis buna güzel bir örnektir. Hadiste Hz. Muhammed’in, ozan Hasan’a “Kâfirleri şiirle taşla, Cebrâil seninle beraberdir” söylediği belirtilmektedir. Ve bu düşünceden hareketle, bazı din bilginleri o