Üçevler’de herkesin yerine nöbete kalan Anam Hava Üzülmez’e… hüzün sarıncakayan bir yıldız gibi düşersin aklıma.ahhh… üçevler…dut ağacının gölgesinde kaldı gençliğim. Üçevler; Makam Dağı’ndan bazen çok sert, bazen de serin esen rüzgârların dokunuşuyla okşanan, yaşamımda geçmişe doğru uzanan biraz puslu, biraz silik,
TÖS İle İlgili Arşivimde Bulunan Bir Fotoğraf
Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile ilgili arşivimde bulunan bir fotoğrafı paylaşmak istiyorum, ama önce ilgisi nedeniyle çok kısa TÖS hakkında biraz açıklama yapmam lazım. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), 1962 Anayasası’nın kamu çalışanlarına sendika kurma hakkından yararlanarak 8 Temmuz 1965’te Ankara’da kuruldu. Genel başkanlığına öğretmen kökenli yazar Fakir Baykurt getirildi. TÖS’ün temel amacı, üyelerinin ekonomik, demokratik, toplumsal hak ve çıkarlarını korumaktı. TÖS ancak 6 yıl faaliyet gösterebildi. 12 Mart Askeri Darbesi sonrası, 1971 yılında TÖS’ün faaliyetleri durduruldu ve ardından kapatıldı; malları tasfiye edildi, yöneticileri tutuklandı ve haklarında Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddelerini ihlalden davalar açıldı. Dava, 1976 yılında beraatla
Bir İstihbaratçının Kaleminden Mezopotamya’nın İşgali
“deki dicle’ye ve fırat’abeşikte uyuyana içirdim toprağın kanını” (M. Oğuz) İlginç ve önemli bir kitaptan, Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi kitabından bahsetmek istiyorum. Kitabın yayın tarihi biraz eski, 2004 yılında Yaba Yayınları tarafından yayımlanmış. Kitabın ilginçliği bir istihbaratçının kaleme almış olmasından, önemi ise kapsadığı dönem ve mekândan, anlatılan konulardan ve yazarın renkli kişiliğinin yanında Ortadoğu’nun haritasını çizen çok önemli aktörlerden biri oluşundan ileri geliyor. Bu nedenle kitaptan önce yazarı tanımamız daha isabetli olur. Sözünü ettiğim kitabı Gertrude L. Bell kaleme almıştır. Bir İngiliz yurttaşı olan Gertrude L. Bell (1868-1926), ayrıcalıklı bir ailenin kızıdır. Genç ve güzeldir. Zeki ve kurnazdır. Seçkin okullarda
MUSTAFA SUPHİ, Karanlıktan Aydınlığa
“Bugünün dünden farklı olmasını istiyorsan, geçmişte olup bitenleri iyi bilmelisin.” -Spinoza Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye’nin en eski siyasi partilerinden biriydi. 10 Eylül 1920’de Bakü’de kuruldu. 7 Ekim 1987’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) adı altında birleşme kararı alınca hukuksal varlığı sona erdi. TKP, nicel gücü olmasa da, nitel ağırlığı olan veya öyle olduğu düşünülen ya da rakip taraflarca böyle görülmesi istenilen bir partiydi. Acılı ve sancılı bir tarihi vardır. Acılı olanların en başta geleni TKP’nin kurucu başkanı Mustafa Suphi ve yönetici yoldaşlarının 28/29 Ocak 1921’de Karadeniz’in derin sularında öldürülmeleridir. Bu olay, Türkiye Cumhuriyeti siyasi
Bir Mezuniyet Tezi: Ergani İlçesinin Monografisi
Erganili hemşerilerime güzel bir haberim var. 1966 yılında, “Ergani İlçesinin Monografisi” adıyla hazırlanan ve içerisinde Ergani ile ilgili güzel fotoğrafların bulunduğu bir mezuniyet tezi elime ulaştı. Tezi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Enstitüsü öğrencisi Gülden Uluğ hazırlamış. Gülten Uluğ’u şahsen tanımıyorum. Kanımca Diyarbakırlı olup Uluğ ailesindendir. Tezine yazdığı önsözde Ergani’ye yaz mevsiminde amcası Av. Faruk Uluğ’la birlikte gittiğini yazmakta, ama Erganili hemşerim ve arkadaşım Naci Uluğ’a kendisini sorduğumda tanımadığını söyledi. Tezde önemli sayılacak bilgiler yok, sadece bir iki yerde dönemin koşullarına ters kısa açıklamalar var. Ötesi bildiğimiz tezlerin bir benzeri. Tez üç bölümden oluşuyor: Birinci Bölüm: Fiziki Coğrafyası: 1. Relyef,
Tarihe İlgimizin Bir Göstergesi: Eski Ergani’ye Dair Fotoğraflar
Her ailenin, her aşiretin, her halkın ve her bir mekânın bir tarihi vardır. Sadece bunlarla sınırlı değil; avcılığın, futbolun, tarımın, sanayinin, siyasetin, ekonominin, bilimin, sinemanın, şiirin, müziğin, güzellik yarışmalarının da tarihi vardır. Bir yerleşim yeri, bir mekân olarak Ergani’nin de çok eski bir tarihi var. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ergani Sancağı, sonrasında Erganimaden Sancağı adıyla idari yapı içerisinde yer alan önemli vilayetlerden biriydi. Tabi burada sözü edilen Eski Ergani’dir. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığında bu Eski Ergani de İmparatorlukla birlikte yıkıldı. Eski Ergani’den geriye hiçbir şey kalmadı, buhar olup uçtu. Ergani mevcut bulunduğu şimdiki mekâna 1920’lerde taşındıktan sonra, bazı şahıslarca eski yerleşim yerinde
Bölünme ve “Bölünmenin Acısı”(II)
Yazının öncesi: Bölünme ve “Bölünmenin Acısı” (I) (Geçen haftadan devam…) “Hindistan bölündüğünde alt kıtada (Asya’nın güneyinde demek isteniyor-M.Ü.) yaklaşık yüz milyon Müslüman yaşıyordu ve bu her beş kişiden birine tekabül ediyordu. Bunlardan altmış milyonu, doğuda ve batıda, Pakistan vatandaşı olarak dünyanın en büyük Müslüman devletini oluşturdu; fakat Pakistan’ın doğu ve batı kısımları binlerce kilometrelik Hindistan toprakları tarafından ayrılıyordu. Kırk milyon Müslüman ise Hindistan’da kalarak Müslüman olmayan bir ülkede bulunan en büyük Müslüman azınlık haline geldi. Kimlik, toprak ve egemenlik arasındaki parçalılık açıkça gösterir ki, Hintli Müslümanlar ortak bir inanca ve bir dini kültürel kimliğe sahip olmuş olsa bile, ne tutarlı
Bölünme ve “Bölünmenin Acısı”(I)
Okunan bir kitap bazen insana bir yazı yazdırır. Kitaplığımda okunmayı bekleyen Bölünmenin Acısı(*) kitabını elime alıp okumaya başlayınca aynı şey başıma geldi ve bilgisayarın başına geçtim bu yazıyı yazmaya başladım. Pusulası bozulmuş zamanımızda bölünme olayını ve Bölünmenin Acısı kitabını anlatmanın bir faydası olur mu, bilemiyorum. Ama umudu elden bırakmayıp yine de anlatmaya çalışacağım. Bilinen bir şeydir, bölünmeyi kolay kolay kimse arzu etmez, ama gerçek hayatta bölünmeler/ayrılmalar sıkça yaşanır. Aileler, toplumlar, şirketler, kurumlar, siyasi oluşum ya da partiler, dini oluşum ya da mezhepler, en yakıcısı da ülkeler bölünmeden çoğu kez nasiplerini alırlar. Geçmişte, siyasi olarak sınıfsal ya da ulusal temelde birleşmeler
Demirci Hefaystos ve Beşerin Kurtuluş Baharı
“Tanrılar ülkesi” Olympos’ta oturan Baştanrı Zeus, karısı Baştanrıça Hera’nın katkısı olmadan, anasız, Tanrıça Athena’yı doğurur. Buna çok içerleyen Hera da, inat olsun diye babasız Tanrı Hefaystos’u doğurur. Bir ayağı kısadır Hefaystos’un. Çok üzülür Hera, çok utanır. Dayanamaz, bir gün onu bacağından tuttuğu gibi Olympos’taki baştanrılık sarayının penceresinden dünyaya doğru atıverir. Ege Denizi’nde Lemnos adasına düşer Hefaystos. Deniz tanrıçalarından Tetis ve Denizkızı Eurinome korumaları altına alırlar onu. O da burada boş durmaz; düştüğü adada ve denizin dibindeki kızgın volkan yataklarında, dokuz yıl gece gündüz demeden ter döker ve bulunduğu mağarayı demirci işliğine çevirir. Çekiciyle, örs üstünde demir, tunç gibi metalleri döver;
Mezopotamya ve “Coğrafya Kaderdir” Kitabı
Mezopotamya, tarih boyunca saldırıya maruz kalan, işgal edilen ve savaşların eksik olmadığı; sürekli kanın aktığı, zenginliklerin talan edildiği bir coğrafya olmuştur. Yaralıdır. Yarası tarihten gelen ve çok derin bir yaradır. İç kanaması durmadı, devam ediyor hâlâ. Tanım olarak Mezopotamya iki nehir, yani Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin adıdır ve Kitabı Mukaddes’te, yani Eski Ahit’te Cennet’in Dicle ve Fırat arasında olduğu yazılıdır. İki nehir arası cennet olunca; Persler/Partlar, Büyük İskender’le Makedonlar, Romalılar, Bizanslar, İslamiyet’le birlikte Araplar, Selçuklu Türkleri, Tatarlar, Moğollar, Osmanlılar, Ruslar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar bu cennet toprakları istila etmeyi kendilerine iş edindiler. Yakma, yıkma ve kan dökmekle kalmayıp tüm
Maden’e Ne Oldu?
cıvıl cıvıl bir işçi kentinden hayalet bir kasabaya… Madenciliğin başlangıcını, gelişimini, sonuçlarını ele almak için tarihin akışı içindeki dönemeçlerden birini seçmemiz gerekiyor. En uygun olarak 12 bin yıl öncesini, yani Neolitik dönemin başlangıcını ele alabiliriz. Yaşadığımız coğrafyanın ve de serüvenini anlatacağımız Maden ilçesinin tarihini bilmemiz açısından bu önemli. Yapılan arkeolojik kazılar sonucu; Diyarbakır-Ergani’de bulunan Çayönü/Qoteberçem yerleşimi (MÖ 7500-5000), Urfa-Hilvan’da bulunan Newala Çori (MÖ 9000-7500), Batman’daki Çemê Xalan (MÖ 10600-10000) yıllarına tarihlenmektedir. Bu yerleşimler Neolitik dönemin en belirgin ve en erken temsilcileridir. Başka bir ifadeyle, bu yerler, uygarlığın Neolitik dönemde/Taş Çağı’nda ilk önce bu coğrafyada başladığının en iyi kanıtlarıdır. Qoteberçem, Newala